Çalışmalar » Denemeler

20 TEMMUZ 1974 - BIRINCI BARIS HAREKATI

BİRİNCİ BARIŞ HAREKÂTI


Harekat Başlıyor

"Türk Silahlı Kuvvetleri şu dakikadan itibaren Adanın çeşitli yerlerine çıkmaya ve inmeye başlamıştır.

Harekat, bağımsızlığımızın garantisi olarak 1960 antlaşmalarının anavatanımız Türkiye'ye vermiş olduğu meşru hak ve yetkilere dayanmaktadır. Bu bir ihtilal değildir. Kıbrıs'ın bağımsızlığını, ülke bütünlüğünü ve güvenliğini yeniden kurmak için girişilmiş ve sadece bu gayeyi güden sınırlı bir polis harekatıdır.Bu müdahalede, devamlı surette dost geçinmek istediğimiz ve bağımsızlığımızın ortak kurucusu olan Rum toplumuna karşı girişilmiş bir hareket değildir. Tam aksine, hak ve hürriyetleri Yunanistan'daki Cunta adına ellerinden zorbalık ve silah zoruyla alınmış Rum halkını meşru hak ve hürriyetlerine kavuşturmak, başlarına oturmuş Cunta ağalarını bertaraf etmek ve meşru hükümeti kurmaktır.

Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti'nin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün koruyucusu olarak kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri'ni aziz vatan topraklarında kucaklamanın, bir asırlık hasreti gidermenin sevinci ve mutluluğu içindeyiz.

Zafer bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti'nin savunucusu tüm Kıbrıslılarındır. Tanrı kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları ve onların ayrılmaz bir parçası olan mücahit ordumuza kuvvet bahşetsin. Zafer nasip eylesin. Zafer haktan yanadır."

Bu satırlar, Lefkoşe'deki Türk "Bayrak Radyosu"nda konuşan Türk toplum lideri Rauf R. Denktaş'ın sözleriydi. Denktaş, Kıbrıs halkına ve tüm dünyaya harekatın başladığını açıklıyordu.

Türk ordusunun 20 Temmuz sabahı Kıbrıs'a çıkarma yapacağı, 19 Temmuz 1974 gecesi Bayraktar Kurmay Albay Arif Eryılmaz aracılığıyla bildirildi. Denktaş, bu olayı şöyle anlatmaktadır:

"Sarıştık, ağlaştık, sevinçten gözlerimiz yaşarmıştı. Bana verilen talimat; 'Sabah 05.00'e kadar kimseye bir şey söyleme' şeklindeydi. Ancak söylemeden yapılacak işler de vardı. Karargahın toplanması, taşınması, radyoya televizyona verilecek beyanatların hazırlanması, tercümesi. Bunun için saat 22.00'yi zor bekleyebildim. Bundan sonra arkadaşları bir bir çağırdım. Bakan arkadaşları, müsteşarları. Kendilerine her tebligatı yaptığımda, 'Yarın sabah geliyorlar' dediğimde, evvela bir sevinç, öpüşme, ağlaşma; sonra 'eve gidip geleyim' istekleriyle karşılaştım. 'Hayır, artık bu kapıdan çıkamazsınız, Türk ordusu gelinceye kadar burada kalacaksınız' dedim ve öyle yaptık."

Rauf Denktaş, radyo konuşmasından sonraki heyecanını da şöyle açıklamaktadır:

"Gecikmeyle de olsa, evvela derinden top sesleri gelmeye başladı, sonra arkasından uçakların paraşütçüleri indirmeye başladıklarını gördük. O an etrafımda olanların yerlere kapanıp, toprağı öpüp, 'şükürler olsun' dediklerine tanık oldum."

Adana, Antalya, Konya havaalanlarından belirli zaman aralıklarıyla kalkan jetlerden ilk filo, Girne ve Lefkoşe üzerine geldiğinde saatler 05.25'i gösteriyordu. Bu saatte görünürde herhangi bir Rum askeri faaliyeti olmadığından uçaklar ateş etmiyor, sadece varlıklarının ve gürültülerinin verdiği baskı etkisiyle yetiniyorlardı. Onbinlerce yabancı turist, BM Barış Gücü askerleri, İngiliz üsleri, Türkler, Rumlar o küçük Adada iç içe ve adeta kucak kucağa idiler. Küçük bir yanlışlık veya bombaların biraz sağa-sola kayması yüzünden günahsız sivil insanlar ölebilirdi. Bu nedenle, Hükümetin direktifine uygun olarak; Rum uçaksavarları ateş edene kadar, Türk uçakları ateş etmediler.

Türk tarafında büyük bir sevinç ve coşku, Rum tarafında ise büyük bir korku ve telaş vardı. Türk jetlerinin sesleriyle uyanmak, bir Türk müdahalesiyle karşılaşmak bekledikleri bir şey değildi.

Türk jetlerinin Kıbrıs göklerine ulaşmasından 35 dakika kadar sonra, bu sefer Girne üzerinden başka Türk uçaklarının geldiği gözlendi. Bunlar savaş jetleri değil, pervaneli taşıma uçaklarıydı. Taşıma uçakları, hava indirme birliklerini Kıbrıs semalarına bırakıyordu. İlk paraşütün yere indiğinde, ilk Türk askeri Adaya ayak bastığında saatler 06.05'i gösteriyordu.

Beş dakika sonra, saat 06.10'da, Hava İndirme Tugayı'nın ilk paraşütçülerini indiren ilk taşıma uçakları Türkiye doğru döndüklerinde, Başbakan Ecevit, Ankara Radyosu'nda konuşuyordu:

"Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Kıbrıs'a indirme ve çıkarma hareketi başlamış bulunuyor. Allah milletimize, bütün Kıbrıslılara ve insanlığa hayırlı etsin. Bu şekilde insanlığa ve barışa büyük hizmette bulunmuş olacağımıza inanıyoruz. Öyle umarım ki, kuvvetlerimize ateş açılmaz ve kanlı bir çatışma olmaz. Biz aslında savaş için değil, barış için; yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için Adaya gidiyoruz.

Bu karara, ancak tüm politik ve diplomatik yolları denedikten sonra mecbur kalarak vardık. Bütün dost ülkelere, bu arada son zamanlarda yakın görüşmelerde bulunduğumuz dost ve müttefiklerimiz Birleşik Amerika'ya ve İngiltere'ye meselelerin müdahalesiz halledilmesi, diplomatik yollardan halledilmesi için gösterdikleri iyi niyetli çabalar için şükranlarımı belirtmeyi borç bilirim. Eğer bu çabalar sonuç vermediyse, elbette sorumlusu bu iyi niyetli gayretleri gösteren devletler değildir.

Tanrının milletimizi ve bütün insanlığı felaketlerden korumasını dilerim."

Haber, gerek Türkiye'de, gerekse dünyanın çeşitli ülkelerinde büyük heyecan yaratmıştı. ABD'li bir yetkili, ABD Dışişleri Bakanı Kissinger'in haberi ilk aldığında takındığı tavrı şöyle anlatmaktadır:

"Kissinger, Başkan Nixon ile görüşmek için gittiği San Clemente'de şerefine verilen bir davetteydi. Koruyucularından biri yanına yaklaştı, küçük bir kağıt verdi eline. Süper K'nin (Kissinger'in) kahkahalar atan yüzü birden ciddileşti ve davet sahiplerini dahi görmeden hemen ayrıldı. Arabasında giderken verdiği ilk emir, olağanüstü durumlarda toplanan grubunu çağırtmak ve Sovyet Dışişleri Bakanı Gromiko ile konuşabilmek için hazırlıkların yapılmasını istemekti. Fransız ve İngiliz elçileri ile de görüşmek istiyordu. Kissinger'in işi ilk kez ciddiye aldığı kanısı o zaman geldi bize."

Kissinger için haber tam bir sürpriz olmuştu. Ona ulaşan Amerikan istihbarat raporları, 1964 ve 1967'de olduğu gibi Türklerin bu kez de Yunanlılara karşı diplomatik baskı yapmak istedikleri ve gemilerin yine yarı yoldan dönecekleri merkezindeydi. Sisko'nun alarm veren haberleri bile bu düşünceyi değiştirmeye yetmemişti. BM ve NATO'da da tam bir şok yaşanıyordu.

Radyodan haberleri dinleyen Türkiye halkı sabahın erken saatlerinde gazeteleri kapışıyordu. Ancak sabah gazeteleri bir gün önceki haberlerle doluydu. Bugün toplanacak TBMM'den Hükümetin yetki isteyeceği haberleri yer alıyordu. Müdahale haberini atlayan gazeteler, ikinci baskılarını çıkarma telaşına düşmüşlerdi.

Türk Hava İndirme Tugayı'nın ilk paraşütçülerinin Adaya ayak basmasından iki saat kadar sonra, saat 08.10'da, Girne tarafından uzun bir kol halinde gelen helikopterler göründü. Beşparmak Dağları'nı Lefkoşe'ye doğru Güneye aşan ilk helikopter filosu Kırnı Havaalanı ve çevresine indiklerinde saatler 08.20'yi gösteriyordu. Hava İndirme Tugayı birliklerinden sonra şimdi de Komando Tugayı birlikleri geliyordu.

Beşparmak Dağları ile Lefkoşe arasındaki ova, 20 Temmuz sabahının ilk saatlerinde değişik tipte uçakların gürültüleri, paraşütle atlayan, helikopterden inen ter içinde koşan Mehmetçiklerle müthiş bir hareket kazanmıştı. İçindeki komando erlerini boşaltan helikopterler vakit geçirmeden Güney Anadolu'da Taşucu bölgesindeki bir başka komanda taburunu getirmek için Türkiye'ye doğru havalanıyorlardı. Türk jetleri yine havalardaydı; ve herhangi bir tehlikeyi önlemek için hazırdı.

İlk çıkarma gemisi, Komando Tugayı'nı ilk getiren helikopterin yere konmasından 30 dakika kadar sonra saat 08.50'de Girne batısındaki bir küçük plaja kapağını attı. İçindeki asker ve malzemeyi boşaltan çıkarma gemisi hemen kıyıdan uzaklaşıyor, geriden gelmekte olan diğer çıkarma gemisine yer açıyordu. Havada dolaşan jetler gibi donanma savaş gemileri de çıkarma bölgesinin açıklarında, belirecek bir düşman direnişini kırmak için hazır bekliyordu. O ana kadar ne Beşparmak Dağları'nın Güneyindeki hava indirme bölgelerinde, ne de Beşparmak Dağları'nın Kuzeyindeki çıkarma bölgesinde kayda değer bir düşman direnişi ile karşılaşılmamıştı. Kıbrıs Rum Milli Muhafız Ordusu baskına uğramıştı.

Kıbrıs Rum Temsilciler Meclisi Başkanı Klerides, o sabahı şöyle anlatmaktadır:

"Sabahır erken saatlerindeydi, birden patlamalar duydum. Hemen kalkıp pencereyi açtım ve gökten bir takım paraşütçülerin indiğini ve jetlerin dolaştığını gördüm. Radyoyu açtım, Türk donanmasının bombardıman yaptığını veriyordu haberlerde. Bir süredir korktuğum başımıza gelmişti. Hemen giyinip dışarı fırladım ve bir hükümet yetkilisi, karar verecek birini aramaya başladım. Sampson tüm gösterişine rağmen idareyi tamamen eline alamamıştı ve işi yürütemeyeceğini de anlamıştı."

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 157-166.

Harekat Planı


1963 olayları ile birlikte Türk Genelkurmay Başkanlığı, Kıbrıs'a karşı daha önceden hazırlanan harekat planlarını ciddiyetle ele almış ve planlara son şeklini vermeye başlamıştı. Daha sonraki yıllarda bu plan, ordunun silahları ve olanakları arttıkça bazı değişikliklere uğramış, sonunda 1974'ün Temmuzuna gelinmişti.

Gerek 1964 ve gerekse 1967'de Kıbrıs'a çıkarma kararı alındığında, ordunun havadan bir harekat için olanakları hemen hemen yok gibiydi. Örneğin 1967'de Silahlı Kuvvetlerin ancak 6 helikopteri vardı ve bununla da ne kadar birlik taşınabilirdi? 6 taşıma uçağı ve 450 paraşütü vardı ki, bununla en iki bölük kullanılabilirdi.

1974'e gelindiğinde Silahlı Kuvvetler 5 bin kişilik bir hava indirme tugayını, iki parti halinde de olsa, taşıyabilecek taşıma uçağına ve o sayıda paraşüte sahipti. Helikopter sayısı da bin kişilik bir piyade taburunu tüm silah ve personeliyle bir yerden alıp uzak diğer bir yere taşıyacak sayıya ulaşmıştı. Sonra, 1967'ye kadar hemen hiç bulunmayan askeri deniz çıkarma araçları da, ortalama 4-5 bin kişilik bir birliği kademeler halinde bir kıyıdan diğerine çıkarabilecek kadar çoğalmıştı. Bu araçların bir kısmı tank da taşıyabiliyordu. Ayrıca, 1972'den sonra özel çıkarma birliği olarak bir Deniz Piyade Alayı kurulmuştu. Ordu, her bakımdan bir deniz aşırı harekata hazırdı. Komutanların 1964 ve 1967'deki sıkıntılardan gerekli dersi aldıkları anlaşılıyordu.

1974 Temmuzunda Genelkurmayın planları bu olanaklar dikkate alınarak geliştirilmişti ve hazırdı. Ancak bu plan 20 günlük bir hazırlık zamanı öngörmekteydi. Ama aniden patlayan Sampson darbesiyle en geç beş gün içinde müdahalenin yapılması zorunluluğu doğunca, planda bazı küçük değişiklikler yapıldı ve bu da kısa sürede tamamlandı. Sampson darbesi haberinin Ankara'ya ulaştığı gün olan 15 Temmuz gece yarısı, planda gerekli değişiklikler yapılmış ve gece yarısından sonra görev alacak birliklere emirler ulaştırılmaya başlanmıştı.

Harekat Konya İkinci Ordu Komutanı Orgeneral Suat Aktulga'nın sorumluluğundaydı. Kıbrıs'a, İkinci Ordu Komutanlığı'na bağlı Korgeneral Nurettin Ersin'in Adana'daki 6. Kolordusu çıkacaktı.

6. Kolordu Komutanlığı'nın emrine şu birlikler verilmişti:

· Çakmak Özel Görev Kuvveti (Mersin bölgesinde kurulacak çıkarma tugayı)
· Komando Tugayı (Bolu'da Mersin bölgesine gelecek)
· 39. Piyade Tümeni (İskenderun'da)
· 28. Piyade Tümeni (Ankara'da)
· Kıbrıs Türk Alayı (Kıbrıs'ta)
· Bayraktarlık emrindeki tüm Kıbrıs mücahitleri

Başbakan Ecevit'in ifadesiyle "Barış Harekatı" adını alan Genelkurmay'ın "Kıbrıs Barış Harekat Planı" iki aşamadan oluşuyordu ve ana hatlarıyla şöyleydi:

BİRİNCİ AŞAMA:

Kıbrıs Türk Alayı, Lefkoşe ve Boğaz Sancaklarının Mücahitleri, Girne Boğazı-Gönyeli-Lefkoşe bölgesini güven altına alacaklar.

Hava İndirme Tugayı (paraşütle) ve Komando Tugayı (helikopterle) bu bölgeye indirilecek.

Çıkarma Tugayı (Deniz Piyade Alayı ve 50. Piyade Alayı'ndan kurulu Çakmak Özel Görev Kuvveti) denizden, düşman elinde bulunan Girne Batısı'ndaki kıyıya çıkarılacak.

Havadan inen kuvvetlerin bir kısmı Kuzeye saldırarak denizden çıkan birliklerle birleşme sağlanacak.

İKİNCİ AŞAMA

Eğer durum gerektiriyorsa daha sonra denizden çıkarılacak iki tümenle (39 ve 28. tümenler) Kıbrıs Türkleri için güvenlik sağlayan "Şahin Hattı"na kadar Kuzey Kıbrıs ele geçirilecek.

Hava ve Deniz Kuvvetleri bir kısım birlikleriyle, Kara Kuvvetlerinin Kıbrıs'a gidişinin güvenliğini ve Kıbrıs'ta Hava ve Deniz yakın desteğini sağlayacak.

Kıbrıs Yunanistan'a çok uzak (ortalama 900 km.), Türkiye'ye çok yakındır (Anamur'a 74 km.). Bu sebeple Yunan savaş uçaklarının Kıbrıs'taki kuvvetlerini desteklemesi olanaksızdır. Donanması ile harekatı da zordur. Bu yüzden Kıbrıs, Türk hava hakimiyeti altındadır. Deniz hakimiyeti de, hava kuvvetlerinin yardımıyla Türklerin elinde sayılabilir. Özellikle hava hakimiyeti çok büyük bir avantajdır. Bununla beraber, Kıbrıs'a bir deniz aşırı harekatın yapılacak olması yine de bazı tehlikeler ve zorluklar taşır. Hele harekatın birinci safhasında ilk gün, hemen hemen topçu ve tanktan yoksun olarak havadan inecek ve denizden çıkacak kuvvetlerin, kendisinden üstün düşman kuvvetleri karşısında dayanması bir hayli zor olacaktır.

Kıbrıs'taki kuvvetler, deniz yoluyla ancak iki gün sonra yeni birliklerle takviye edilebileceklerdir. Havadan helikopterle birlik getirilmesi ancak küçük çapta olabilecektir. Bu sebeplerle ilk iki gün, Kıbrıs harekatının kaderini tayin edecektir. Ve harekatın başarısı, Türkiye'den giden kuvvetlerle Kıbrıs'taki Türk Alayı ve mücahitlerin tankı, topu ve diğer ağır silahlarıyla kendilerinden en aşağı iki buçuk misli kuvvetli düşman karşısında dayanabilmesine bağlıdır.

Kıbrıs harekatı, dışarıdan bakıldığı ve zannedildiği gibi hiç de kolay değildir. Üstelik, Yunan Kıbrıs Alayı'nın içlerinde bulunduğu Kıbrıs Kuvvetleri iyi eğitilmiştir ve sanıldığından çok daha güçlüdür.

6. Kolordu, Kıbrıs harekatını yaparken, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kalan büyük kısmı, olası bir Yunan savaşına karşı elde tutulacak ve plana göre sefer görev yerlerine intikal edecekti. Çünkü Türk Genelkurmayı da biliyordu ki, Kıbrıs harekatı önde görünmekle beraber asıl sorun, bir Türk-Yunan sorunudur ve eğer bir savaş çıkarsa asıl kozlar bu iki ordu arasında Trakya'da ve Ege'de çözümlenecektir. Özellikle o sırada iktidarda bulunan Yunan Askeri Cuntasının ne yapacağını hiç kimse bilemez. Şampson darbesi gibi delice bir macerayı göze alan bu dikta yönetiminin, bütün tehlikesine karşın bir Türk-Yunan savaşına sebep olması da beklenir. Böyle olsa bile harbi başlatan Türk tarafı olmayacak, Yunan tarafının harekete geçmesi beklenecektir.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 166-171.

Düşman Kuvvetleri


Kıbrıs Rum kuvvetleri, Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO) oluşturmaktaydı. Bu kuvvet 1964 Mart'ında kurulmuş, 1964 Haziran'ında Grivas'ın komutanlığa atanmasıyla resmen ortaya çıkmıştı. Doğrudan doğruya Yunan Genelkurmay Başkanlığı'na bağlıydı. Komutanı ve diğer subayları Yunanlıydı. 1967 buhranında Türkiye'nin baskısıyla Yunanistan'a dönen Yunan askerlerinden 1000 kadar subay ve astsubay gizlice Adada kalarak RMMO'yu eğitmeye devam etmişlerdi.

RMMO, 5 Yüksek Taktik Komutanlığa ayrılmış ve tüm Adada örgütlenmişti. 1974 harekat öncesi RMMO, 19 piyade taburu, 4 komando taburu, 1 mekanize tabur, 1 zırhlı keşif taburu, 6 topçu taburu olmak üzere 20 bin kişilik bir kuvvete sahipti. Bu kuvvetin 20 tankı, 50 zırhlı personel taşıyıcısı, 463 topu, 382 tanksavar silahı vardı. Bu kuvvete seferde, 6 saatte hazır hale gelecek 25 taburluk yedek kuvvet (Home Guard) da katılacaktı. (Harekata 20 tabur katılabilirdi). Ayrıca, Lefkoşe'nin hemen Güneyinde 950 kişilik Kıbrıs Yunan Alayı da bulunmakta ve asıl vurucu gücü oluşturmaktaydı.

1964 ve 1967'deki ciddi Türk çıkarma tehdidi nedeniyle RMMO devamlı tetikteydi. O günlerden başlayarak bir Türk deniz çıkarmasının beklendiği sahillerde esasla tahkimat yapmış, beton koruganlar ve silah yuvalarıyla savunma için hazırlanmıştı. Magosa Kuzeyinde Salamis Körfezi kıyıları, Lapta ve Güzelyurt (Omorfo) Batısındaki kıyı şeritleri öncelikle savunmaya hazırlanmış, beton tahkimattan başka kıyılarda sualtı engelleri de yapılmıştı. (Türk çıkarmasının yapıldığı küçük Pladini Plajı, hiç beklemedikleri bir yer olduğu için tahkim edilmemişti.)

Ayrıca Lefkoşe-Girne yoluna yakın Beşparmak Dağları da savunmaya hazırlanmıştı. Ormanlık ve geçit vermez bu dağlarda koruganlar, gizli sığınaklar, beton silah mevzileri ve gizli keçi yolları vardı. (Nitekim harekatta bu sığınıkların aranıp bulunması, koruganların tek tek temizlenmesi bir hayli zaman almıştı.)

RMMO, Ada küçük olduğu için, kuvvetlerini bir yerden diğer yere kısa zamanda kaydırabilmek gibi bir avantaja sahipti. Karpaz Burnu'nda ve Güzelyurt Kuzeyindeki Koruçam'da birer deniz uyarı radarı ve Geçitkale Kuzeyinde Kantara'da bir hava uyarı radarıyla Güney Anadolu bölgesini ve Akdeniz'e devamlı kontrol altında tutuyordu.

Sampson darbesiyle birlikte Türkiye'nin müdahalesi tehlikesi artınca RMMO seferberliğini tamamlamış, yedeklerden bir kısmını da silah altına almıştı. Zannedildiği gibi hiç de hazırlıksız değildi. 1960'lardan beri devamlı başarılar kazanmış, adım adım Ada'yı ele geçirmişlerdi. Şimdi de Sampson darbesiyle hedeflerine biraz daha yaklaşmışlardı. ENOSİS tutkusu ile yetiştirilen bu genç askerler, moral olarak kuvvetli, Megalo İdea'nın verdiği ruhla daha da coşkundular.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 171-172.

Türk Mukavemet Teşkilatı


TMT Türkiye'den gelen Albay Rıza Vuruşkan'ın öncülüğünde 1958'de kurulduktan sonra günden güne gelişmişti. 1964 ve 1967 olaylarından sonra tehlikenin büyümesi üzerine zorunlu askerlik uygulaması başladı. Teşkilatta iki yıllık olarak askere alınan ve "muvazzaf" denen bu gençlerden başka, haftada üç gün eğitime gelen "sözleşmeli" askerler de görev yapıyordu. "Mücahit" denen TMT askerleri, Türk Ordusunun hemen hemen benzeri bir üniforma giymekteydiler ve savaşta Harp Esiri işlemi görmekteydiler.

TMT, Adanın değişik yerlerinde "Sancaklar" halinde düzenlenmişti. Komutanlarına "Sancaktar" deniyordu. Bütün Adaya yayılmış 10 Sancak vardı. Bunlar Lefkoşe, Boğaz, Serdarlı, Magosa, Larnaka, Limasol, Baf, Lefke, Erenköy ve Yeşilırmak sancaklarıydı.

Sancaklar, taburlar ve bölükler halinde örgütlenmişlerdi. Sancaktarlar ve tabur komutanları Türkiye'den gönderilmiş subaylardı. Bölük ve takım komutanları, Türkiye'de askeri okullarda okumuş Kıbrıs'lı Türk subay veya Mücahit subaylarıydı.

1963 olaylarından sonra bölgelerinde Rumlar tarafından kuşatılmış halde bulunan bu sancakların en zayıf yanı, birbirleriyle bağlantılı olmayışları ve birbirlerine yardımdan ve ortaklaşa bir hareketten yoksun oluşlarıydı. Ancak Lefkoşe ve Boğaz Sancakları Girne-Lefkoşe arasında bağlantılı idiler. Bununla beraber -sonradan telsiz irtibatı sağlanıncaya kadar- arada gizli habercilerle irtibat sağlanmış, gizli yollarla küçük yardımlar ve işbirliği devam ettirilmişti. Şimdi Lefkoşe'deki "Milli Mücadele Müzesi"nde, evrak ve emirlerin alınıp verildiği içi oyulmuş fakat görünmeyecek şekilde kapağı kapatılmış odunlar, o günlerin anısı olarak korunmaktadır.

TMT Mücahidinin elindeki silahlar derme çatmadır. Av tüfeği vardır; Birinci Dünya Savaşı'ndan kalma antika tüfekler vardır. Su borusundan yapılmış tüfekler vardır. Ama, Lefkoşe'deki gizli silah atölyesinde imal edilmiş A4 makineli tüfeği ve Sten makineli tabancası da vardır. Ustalar tarafından özel olarak yapılmış uçaksavar makineli tüfeği (Limasol'da), 60 mm'lik havan (Lefke'de), ağızdan dolma küçük çaplı top (Serdarlı'da) yine o günlerin bir anısı olarak Milli Mücadele Müzesi'nde bulunmaktadır.

Kıbrıs Türkünün yokluklar içindeki mücadelesi, 50 yıl önce "Kurtuluş Savaşı" sırasındaki Anadolu Türkünün mücadelesini andırmaktaydı.

Bu uğurda örgütlenen Sancaklar içinde, 4 taburlu Lefkoşe ve 3'er taburlu Boğaz ve Serdarlı Sancakları en kuvvetli olanlardı. Lefkoşe Sancağı, Yeşil Hat Kuzeyindeki Türk kesimini Ortaköy-Hamitköy bölgelerinin güvenliğini sağlarken, Boğaz Sancağı da Girne-Lefkoşe yolu üzerindeki Boğaz'ı ve Boğaz yakınındaki St. Hilarion Kalesi'ni kontrol altında bulunduruyordu. Türkiye'den gelecek Hava İndirme Tugayı'nın paraşütçüleri ve Boğaz Sancaklarının elindeki alana inecekleri için, bu iki Sancak mücahitlerinin görevleri çok önemliydi.

Kuzey Kıbrıs kıyıları boyunca uzanan yüksek, ormanlık ve yol vermez Beşparmak Dağları, inecek birliklerle denizden çıkacak birlikleri bir duvar gibi ayırdığından, Lefkoşe-Girne yolunun geçtiği Beşparmak Dağlarının o bölgedeki tek geçidi olan "Boğaz" ve bu boğazı elinde tutan "Boğaz Sancağı"nın görevi daha da ağırdı. Serdarlı Sancağı ise, bulunduğu yer nedeniyle Boğaz ve Lefkoşe Sancaklarının Doğu yanını korumaktaydı.

Sancaklar, Lefkoşe'deki "Bayraktar"a bağlı idiler. Bayraktar, 10 Sancaktar eliyle tüm Mücahitlere komuta ettikten başka Türkiye ile olan bağlantıyı, gizli silah bütünlemesini, Lefkoşe'deki Kırıkkale adını verdikleri gizli atölyede hafif silah yapımını da sağlıyordu. Özetle; TMT örgütünün beyni ve merkezi Bayraktar'dı. Kurmay Albay olan Bayraktarlar, iki yılda bir Türkiye'den gönderilir ve Kıbrıs'taki Türk büyükelçiliğinde idari ateşe görümü altında gizli Bayraktarlık görevini yürütürdü. Bazı küçük parçalarını gizli yollarla getirterek (Hatta Kıbrıs Türk Alayı'nın değiştirme birliği askerlerinin ceplerinde getirdiği de söylenmekteydi) Lefkoşe'de gizli atölyede son zamanlarda ayda 60 makineli tabanca ve 15 hafif tüfek imal edildiği sanılmaktaydı. Bu silahlar tüm diğer Sancak Mücahitlerine, her türlü tehlike göze alınarak akla gelmez gizli yollarla ulaştırılıyordu.

Harekat öncesi, TMT Mücahitlerinin sayısı, 15 Temmuz Sampson darbesinden sonra yapılan seferberlikte 18 bine (9 bini muvazzaf, 9 bini yedek) yaklaşmaktaydı.Yalnız, bu kuvveti RMMO'nun (yedekleri hariç) 20 bin kişilik ordusu ile kıyaslamak gerekir. Birisi tanklı, toplu, ağır silahlı, iyi donanımla, istediği yerden istediği yere kuvvet kaydırabilen, ülkeye hakim bir ordu, diğeri ise ancak derme-çatma hafif silahlı özellikle de cephanesi çok az, kuşatma altında hareket olanağından yoksun, bu yüzden beraberce bir güç oluşturamayan, birbirinden kopuk, dağınık birlikler. Üstelik asıl harekat bölgesindeki Lefkoşe ve Boğaz Sancak Mücahitlerinin sayısı, yedekleriyle birlikte ancak 4 bin kişiydi.

Bayraktar Kur. Alb. Arif Eryılmaz'a, harekatın başlama saatini bildiren Genelkurmayın şifreli mesajı, iki gün önce 18 Temmuz 1974 akşamı ulaşmıştı. Bayraktar da bu emri, Türkiye Büyükelçisi Asaf İnhan ve onun aracılığıyla da Türk Toplum Lideri Rauf R. Denktaş'a ertesi gün 19 Temmuz gecesi saat 21.00'de ulaştırmıştı. Genelkurmayın emri böyleydi. Bayraktar o zamana kadar da kendi emrindeki Sancaktarları uyarmış, harekat saatini yalnız onlara söyleyerek, herkesin 19-20 Temmuz gecesini sefer görev yerlerinde geçirmesini ve hazırlıklı bulunmalarını istemişti. Bayraktar, bir sızıntıyı önlemek için Lefkoşe, Boğaz Sancaklarına bir gün önce, uzak Sancaktarlara ise son gece haber vermiş, Sancak Mücahitleri kendi bölgelerindeki hazırlıklarını tamamlayarak savunma yerlerini almışlardı.

Rauf Denktaş'a bile harekat gün ve saatinin en son anda bildirilmesi, Genelkurmayın ve diğer ilgililerin gizliliğe ne denli önem verdiklerini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

19-20 Temmuz gecesi tüm Mücahitler yerlerini almışlar, olası bir harekat için hazırlanmışlardı.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 172-179.

Kıbrıs Türk Alayı


Kıbrıs'taki Türk Alayı'nın Komutanı Kur. Alb. Mustafa Katırcıoğlu'na da Genelkurmay'ın emri, Bayraktar gibi aynı saatlerde, yani 18 Temmuz akşamı ulaşmıştı. Alay komutanı da ancak az sayıdaki subaya haberi ulaştırarak hazırlıklarını arttırmış, düzenlemeleri yapmıştı.

Lefkoşe Kuzeyindeki Türk Alayı 19 Temmuz akşamı karanlığın çökmesiyle birlikte, saat 20.30'oa sessizce Barış Garnizonu'nu terk ederek sefer görev yerlerine hareket etmişti. Londra ve Zürih Antlaşmaları gereğince 1960 yılında Adaya çıkmış olan 650 kişilik Alay, 1963 Kanlı Noel'inden beri Lefkoşe Güneyindeki yerini terk ederek Lefkoşe Kuzeyindeki Türk kesimine geçmişti. Bu zamana kadar olaylara doğrudan karışmayan Alay için asıl görev şimdi başlıyordu.

19 Temmuz gece yarısı, Alayın Gönyeli ve Ortaköy Grubu adını alan iki taburu, daha önce hazırlanan savunma hattını tutmuş, ağır silah bölüğü, havan ve geri tepmesiz toplarıyla ateş mevzilerine girmişti. Antlaşmalar gereği gerek Türk ve gerekse Yunan Alaylarında topçu birliği bulunmadığından, Türk Alayı topçusuzdu. Alayın savunma mevzilerinin yeri Rum istihbaratı tarafından biliniyordu. Bunun dikkate alan Alay Komutanı, alayını bu hattın 500-100 metre ilerisinde bir başka hatta yerleştirmişti.

Bu arada, gece yarısından sonra saat 01.30 sularında, Alayın şimdi Rum bölgesindeki eski barış garnizonunda kalmakta olan bir takım kuvvetindeki askeri de gizlice sızma suretiyle yerini terk ederek Alayına katıldı.

Alayın görevi, Lefkoşe'nin Kuzeyinde Gönyeli, Ortaköy ve Hamitköy bölgelerini savunmak, sabahleyin buraya inecek hava indirme paraşütçülerinin ve sonra helikopterlerle gelecek komando tugayının inmesini güven altına almaktı. Bunun için alay, atlama ve inme yerlerini havadan görünecek şekilde işaretlemiş ve bölgeyi çepeçevre güven altına almıştı. Kırnı Havaalanı ve çevresinin güvenliği Boğazk Sancaktarlığı tarafından sağlanıyordu.

Alay ve emrindeki Lefkoşe Sancağı Mücahitleri, harekatın başlayacağı 20 Temmuz sabahının ilk aydınlığı başlamadan önce tüm hazırlıklarını bitirmiş, yerlerini almışlardı. 20 Temmuz saat 03.30'da komuta yerleri faaliyete geçirilmiş, Ankara ile haberleşmeyi sağlayacak telsiz (Antrak) konuşmaya hazırlanmıştı. Sonradan öğrenilecekti ki, 19-20 Temmuz gecesi gerek Türk Alayı'nın ve gerekse TMT'nin bu hazırlıklarından, ne burunlarının dibindeki Yunan Alayı'nın ne de RMMO'nun hiç haberi olmamıştı.

20 Temmuz sabahı 05.00'te Lefkoşe Bayrak Radyosu'nda Denktaş'ın, harekatın başladığını bildiren konuşması yayınlanırken, alay sessizliğini korumaktaydı. Ancak 06.05'te Hava İndirme Tugayı'nın ilk paraşütçüleri, Türk Alayı'nın güvenlik altına aldığı Gönyeli bölgesine inmeye başladı. Kıbrıs'ta 14 yıldır bulunan Türk Alayı sayılmazsa, ilk Türk askeri Adaya şimdi ayak basıyordu.

Lefkoşe bölgesinde inen paraşütçülere ilk ateş, sabah 07.00 sularında Küçük Kaymaklı bölgesinden geldi ve sonra diğer kesimlere ve Yeşil Hat'a yayıldı.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 179-182.

Hava İndirme Tugayı


06.05'ten itibaren Gönyeli'ye inmeye başlayan Hava İndirme Tugayı'nın 2. Taburu ve Kırnı Havaalanı yakınına inen 1. Tabur paraşütçüleri esaslı bir ateşe uğramadan inişlerini tamamlamışlar ve göreve hazır hale gelmişlerdi. Bu iki taburu getiren taşıma uçakları, tugayın diğer iki paraşütçü taburunu getirmek için Kayseri Erkilet Havaalanı'na dönüyorlardı.

Hava İndirme Tugayı'nın barış garnizonu Kayseri'deydi. Tugay Komutanı Tuğg. Sabri Evren 16 Temmuz sabalından itibaren tugayını alarma geçirmiş, tüm hazırlığını tamamlamıştı. Sonunda, 20 Temmuz sabahı, daha karanlık sürerken iki taburu ve tugay karargahı ile birlikte Kayseri Erkilet Havaalanı'ndan taşıma uçakları ile havalanmıştı. Şimdi kendisi de paraşütle atlamış, inen iki taburu ile bağlantı kurmuş ve Kıbrıs Türk Alay Komutanı Alb. Katırcıoğlu ile buluşmuştu. Diğer iki taburunun Kayseri'den gelmesi için en az 5 saat lazımdı. Çünkü eldeki taşıma uçak sayısı ancak iki taburu taşıyacak kadardı.

Diğer iki tabur saat 11.15 sularında Lefkoşe Kuzeyine gelebildiler ve bu saatte gökleri yüzlerce beyaz paraşütçü doldurdu. 3. Tabur Kırnı'ya, 4. Tabur Gönyeli'ye atladılar. Kısa zamanda takımlar, bölükler toparlanıp göreve hazır hale geldiler.

Sonra gelenler, ilk gelenler kadar rahat değillerdi; Rum kuvvetleri toplanmış ve onları topçu, havan ve geri tepmesiz top ateşleriyle karşılamışlardı. Hava kuvvetlerinin havada kol gezmesine rağmen bir ağaç gerisine, kapalı bir mevzi içine gizlenmiş her silahın ortadan kaldırılması doğal olarak mümkün değildi. Harekat başladığından beri 6 saat geçmişti ve bu kadar zaman, bölgede ezici bir üstünlüğe sahip Rum kuvvetlerinin uyanması, Yunan Alayı'nın işe karışması için yeterliydi.

Hava İndirme Tugayı 3. Taburundan bir subay, atlamadan önceki durumu şöyle anlatıyordu:

"Kıbrıs'a doğru masmavi Akdeniz üzerinden uçarken pilotlar bize, turistik bir yolculuktan sonra yemyeşil bir ovaya rahatlıkla ineceksiniz. Ateş ve mukavemet hemen hemen hiç yok. Turistik bir seyahat olacak diyorlardı. İlk inen iki paraşütçü taburundan sonra durumun edğiştiğini ve düşmanın hızla toparlandığını onlar da bilmiyordu. Beşparmak Dağlarını Güneye aştığımızda gerçeğin çıplak yüzü ile karşılaştık. Altımızdaki ova yer yer yanıyor, yer yer yangın dumanları göklere yükseliyordu. Tam bir savaş alanı. Ve biz, bu yangının ortasına atlamaya başladık."

Bir başka subayın gözlemleri ise şöyledir:

"Atladıktan sonra Üsteğmen Aslan ve ben muharebe şokunun ilk şaşkınlığını atlatmış ve Kuzeye doğru ilerlemeye başlamıştık. Az sonra Teğmen Sucu'ya rastladık, o da Yüzbaşı Baykara ve Teğmen Torkul da bize katıldı. Az ötemize Rum'un attığı bir grup havan mermisi daha düştü. Ve içinde bulunduğumuz tarladaki saman balyaları ve kuru otlar şiddetle yanmaya başladı. Aksilik bu ya, rüzgar da bizim bulunduğumuz tarafa doğru esiyordu ve alevler de hızla bize doğru geliyordu. Teğmen Sucu hemen önümüzdeki çukurun içinde, helikopterden indirdikleri 57 mm'li geri tepmesiz top mermi sandıklarının bulunduğunu bildirdi. Yagın, sandıkların bulunduğu yere ulaşırsa tehlike çok büyüktü.

İşte tam o esnada, sanki bu durumu biliyormuşçasına sol yanımızda bir traktör belirdi. Arkasında hendek açma bıçağı bulunduğu halde hızla yanan tarlaya doğru atıldı. Traktörü, tahminen 13-15 yaşlarında küçük bir Mücahit kullanıyordu. Yanan tarlanın etrafında dönerek hendek açmaya başladı. Sonunda alevler ulaşmadan yangının önü kesilmişti. Ama tam o esnada traktörün bulunduğu yere bir grup havan mermisi daha düştü. Adını bile bilmediğimiz o gencecik çocuk orada şehit oldu. Hepimiz üzüntüden sanki şok geçirmiş gibiydik. O cesur, vefakar Mücahit, vatan için, bizim kurtulmamız için kendisini feda etmişti. Çoluk, çocuk, kadın, ihtiyar demeden yardıma koşan bu isimsiz kahramanlar, İstiklal Savaşı destanını yeniden yazıyorlardı sanki.

İndiğimiz bölge cehennem yerine dönmüştü. Beşparmak Dağları'ndan, yerini kestiremediğimiz bir yönden devamlı havan ateşi yiyorduk. Düşman, yukarıdan tertibimizi rahatlıkla görebiliyordu."

Saat 12.00'ye yaklaşırken inme bölgesindeki birliklerle Türk Alayı, Lefkoşe ve Boğaz Sancağı Mücahitleri, yani Boğaz-Gönyeli-Lefkoşe üçgenindeki savaş alanı -nereden geldikleri anlaşılmayan- Rum kuvvetleriyle çepeçevre sarılmış, dört bir yandan ateş altına alınmıştı. Hızını artıran ateş karşısında Hava İndirme Tugay Komuta Yeri barınamamış ve Kuzey bölgesinde başka bir yere taşınmıştı. Alay Komuta yeri de yer değiştirmek zorunda kalmıştı. Rumlar bölgeyi çok iyi tanıyorlar ve özellikle ağır havanlarıyla etkili ateş toplamaları yapıyorlardı.

Bu arada ilk inen 1. Paraşüt Taburu, Alayın Batı kanadında mevzilenmiş, 2. Tabur Girne Boğazı doğrultusunda taarruz için harekete geçmişti. Saat 11.45'te inen 3. Paraşüt Taburu da, 2. Tabur gibi Girne Boğazı doğrultusunda taarruza sevk edildi. Ama, hem 2. Tabur hem de 3. Taburun düşmanın etkili ateşleri altında ilerleyişleri ve bilmedikleri bir arazide tertiplenmeleri gecikti. Akşam yaklaşırken, Hava İndirme Tugayı'nın 1. ve 4. Taburları Alay bölgesinde güvenlik sağlarken, 2. ve 3. Taburları Girne Boğazı'ndaki Rum kuvvetlerine taarruza başlamışlardı.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 183-187.

Komando Tugayı

Komando Tugayı için de hareket, 5 gün önce 15 Temmuz gecesi Bolu'daki kışlalarında alarm emrinin alınmasıyla başlamıştı. Tugay Komutanı Tuğg. Sabri Demirbağ, ertesi gün öğle saatlerinde Tugayı ile Mersin'e doğru yola çıkmış ve 19 Temmuz sabahı üç taburu ile Taşucu'nun Güneyinde Kıbrıs'a en yakın Ovacık bölgesine gelmişti. Ovacık'ta tugayı bekleyen Jandarma Komando Taburu ve 230. Piyade Alayı'nın 1. Taburu'nu da emrine alan Tugay Komutanı, böylece kuvvetini beş tabura yükseltmişti.

Birlikleri taşıyacak helikopterler de Ovacık'a gelmişlerdi. Ordunun elindeki helikopter, bir taburu taşıyacak sayıda olduğundan bir tabur (1. Tabur) ve tugay komuta grubu ilk parti olarak 20 Temmuz sabahı saat 07.40'da havalandı. Bu saatte harekat çoktan başlamış, hava kuvvetlerinin arkasından 1.5 saat önce Hava İndirme Tugayı'nın iki paraşütçü taburu da Lefkoşe Kuzey kesimlerine inerek Türk Kıbrıs Alayı ile birlikte bölgeyi güven altına almıştı.

70'e yaklaşan helikopter Akdeniz'e geçerek Kıbrıs'a ulaştı ve Beşparmak Dağları'nı aşarak Kırnı Havaalanı civarına peşpeşe konmaya başladı. 40 dakika süren yolculuktan sonra 1. Tabur inerken zayıf bir ateşle karşılaştı ve kayıp vermeden hemen toparlanmaya başladı. Tugay Komutanı, komuta yerini havaalanının hemen Kuzeyinde kurmaya başladığında, helikopterler tekrar Ovacık'a dönmek üzere dönüş yolculuğuna başlamışlardı.

Birinci Komando Taburu, Kuzeye, Girne Boğazı'na doğru ilerlemeye başladı. Görevi, savunan Boğaz Sancağı Mücahitlerini takviye edip Boğaz'ı güven altına almaktı.

Ovacık'a gidip 2. Komando Taburunu yükleyen helikopterlerin tekrar Kıbrıs'a dönmesi üç saati bulmuştu. 2. Tabur 11.45 sıralarında ineceği Kırnı Havaalanı bölgesine ulaştığında artık durum değişmiş, düşman ateşi yoğunlaşmıştı. Buna karşın helikopterler yine de kayıp vermeden o ateş arasına inerek komandoları boşalttılar ve bir başka taburu getirmek üzere Anadolu'ya doğru havalandılar. 2. Komando Taburu kısa zamanda toparlanarak, daha önce inen 1. Komanda Taburunun arkasından Kuzeye, Boğaz'a doğru ilerlemeye başladı.

20 Temmuz günü saat 11.45 sularında Hava İndirme Tugayı'nın ve Komando Tugayı'nın ikişer taburu Kıbrıs'a inmiş bulunuyordu. Artık ilk tehlike atlatılmış ve havadan gelecek diğer birlikler için Lefkoşe ile Beşparmak Dağları arasında yeterli büyüklükte bir güvenlik alanı sağlanmıştı.

Öğlen saatlerinde savaş alanına sızmış bulunan Amerikan UPİ Ajansı'nın W. Hampton ve M. Keatz adındaki iki muhabiri, ajanslarına şu telgrafı gönderiyordu:

"Lefkoşe-Girne yolunda yoğun çarpışmalar izledik. Bu satırları alevler içinde yanan bir benzin istasyonunun yanından yazıyoruz. Önümüzdeki asfalt yol havan toplarıyla dövülüyor. Başımızın üstünde Türk jetleri. Lefkoşe'nin karşısındaki tepeleri bombalıyorlar. Havada dönen Türk Hava Kuvvetleri'nin taşıma uçakları, paraşütçülerini dalga dalga bırakıyorlar. Jetler bir yandan da Makarios'u deviren RMMO karargahını bombalıyorlar."

Komando Tugayı'nın 3. Taburu 4 saat sonra 15.45'te, Jandarma Komando Taburu da akşama doğru 18.45'te helikopterlerinden Kıbrıs'a ayak basmıştı. 230. Piyade Alayı 1. Taburu'nun taşınması ise ertesi güne kalmıştı.

Bu iki taburun gelişi ve düşmanın şiddetli ateşleriyle karşılaşmıştı. Bu yüzden son iki komando taburunun inişi, toplanışı ve öğleden önce inen 2. Komando Taburu'nun Boğaz'a doğru ilerlemesi bir hayli zor olmuştu.

Bununla beraber, harekatın ilk günü akşam saatlerinde, dört taburlu Hava İndirme Tugayı tümüyle, beş taburlu Komando Tugayı ise dört taburuyla Adaya inmiş bulunuyordu.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 187-189.

Denizden Çıkarma

Denizden çıkarma birliği, Tuğg. Süleyman Tuncer komutasında "Çakmak Özel Görev Kuvveti" idi. Bu görev kuvveti, bir topçu taburu ve bir tank bölüğü ile takviyeli 50. Piyade Alayı ile iki taburlu 6. Deniz Piyade Alayı'ndan oluşuyordu.

16 Temmuz alarmından sonra piyade ve deniz alayları ile diğer birlikler Mersin ve Batısına hareketle 18 Temmuz günü toplanmalarını bitirmişlerdi. Çıkarma araçları da bu arada Mersin limanına gelip Tugay'a katılmışlardı. Deniz Piyade Alayı Ertuğrul gemisiyle, 50. Piyade Alayı ise çıkarma araçlarıyla taşınacaklardı. 50. Piyade Alayının silah ve malzemeleri önden çıkarma araçlarına yüklenmiş ve sonra askerlerin de binmesiyle 19 Temmuz sabahı harekete hazır hale gelinmişti. Ancak, gecikme vardı. Saat 08.30'da hareket etmesi gereken Çakmak Özel Görev Kuvveti, 3 saatlik gecikmeyle 11.30'da hareket edebilmişti.

Mersin'ten itibaren Tınaztepe, Adatepe, Çakmak, Kocatepe muhripleri başta olmak üzere donanmanın korumasında 19 Temmuz gününü ve 19-20 Temmuz gecesini denizde yolculukla geçiren Ertuğrul gemisi ve 33 çıkarma aracından kurulu konvoy ancak 20 Temmuz sabahı Girne kıyılarına ulaşabilmişti. Saatte ancak 6 millik bir hızla 21 saat süren bu uzun yolculuk, zaten yorgun olan askeri büsbütün yormuştu ama, denizin sakin oluşu onları bir deniz tutmasından korumuştu.

Bir Jandarma botuna bindirilmiş Sualtı Arama Timi'ni oluşturan 30 dalgıç astsubayın çıkarma plajı bölgesinde mayın ve sualtı engeli aramasından sonra 20 Temmuz sabahı saat 08.50'de ilk çıkarma aracı sahile kapak attı.

Ertuğrul gemisi sahile 45 dakikalık bir uzaklığa ulaştığında, zaman kazanmak için Deniz Piyade Alayının askerleri gemi hareket halindeyken sarkıtılan ağlara tutunarak boş çıkarma araçlarına bindirilmişler ve böylece iki saatlik bir süre kazanılmıştı. Deniz Piyade Alayının çıkarma araçlarının arkasından 50. Piyade Alayı'nı taşıyan çıkarma araçları geliyordu.

Çıkarma yeri, Girne'nin 10 kilometre kadar Batısındaki küçük bir plajdı. "Pladini Plajı" denen, sonradan "Karaoğlanoğlu Plajı" adını alacak 200 metre genişlikte, pek derinliği olmayan dar ve sığ bir plaj. Deniz piyadelerinin Pladini'ye çıktığı sırada önlerinde bir duvar gibi yükselen Beşparmak Dağları'nın uzaklarında Hava İndirme Tugayı'nın ilk paraşütçülerinin yere ayak basması üzerinden 2.5 saat geçmişti. Komanda Tugayının ilk helikopterleri de yarım saat önce yere inmişti. Çıkarma birliği eğer Mersin'den zamanında hareket edebilmiş olsaydı, Lefkoşe bölgesinde ilk paraşütçülerin yere indiği saatte onlar da kıyıya adım atmış olacaklardı.

Yarbay Neşet İkiz komutasındaki Deniz Piyade Alayının çıkışından sonra, Albay İbrahim Karaoğlanoğlu komutasındaki 50. Piyade Alayı'nın çıkışı başlamış ve çıkarma 3 saatte tamamlanmıştı. Birlikler önemli bir direnişe uğramadan ve önemli bir kayıp vermeden kıyıya ulaşmışlardı. Çıkarmanın başlamasından bir saat kadar sonra bölgeye yetişip plajı ateş altına almaya çalışan bir düşman tanksavar bataryası imha edilmiş ve çıkan birlikler bölgeyi güven altına alan yakın tepelere el atmışlardı.

Düşman tam olarak baskına uğramıştı. Bunda, 7 yıl önce 1967'de Türk çıkarmasının Doğu'da Magosa Kuzey kıyısına yapılacağının öğrenilmesinin etkisi büyüktü. Gerçekten de o zaman Türk birlikleri oraya çıkacak ve oradan Batı doğrultusunda Lefkoşe'ye doğru taarruz edilecekti. Rumlar şimdi de Türk çıkarmasını Magosa bölgesinden bekliyorlardı. Asıl beton tahkimatlarını da buralarda yapmışlardı. Kuvvetlerinin çoğunu bu bölgeye yığmışlardı.

Bununla beraber yine de yakın yerlerden Rum kuvvetleri hızla Girne çıkarma bölgesine yetişme imkanı buldular. Bunda bölgenin ağaçlıklı olmasının ve gizlenme imkanı vermesinin rolü büyüktü. Ve çıkarmanın tamamlandığı öğle saatlerinde düşman direnişi artmış, bölgeye yetişen düşman topçusu kıyıyı, gittikçe şiddetini arttıran bir şekilde dövmeye başlamıştı.

Düşman Beşparmak Dağlarının yüksekliklerine hakimdi ve çukurda bulunan Türk çıkarma birliklerini rahatlıkla görebiliyor ve ateşlerini istediği noktaya toplayabiliyordu. Ama Türk Hava Kuvvetleri ve kıyı açığındaki donanma, olanca gücü ile Rum mevzilerine yükleniyordu.

Deniz Piyade Alay Komutanı Yarbay Neşet İkiz, çıkarmanın yapılışını şöyle anlatmaktadır:

"Kıyıya yaklaştıkça plaj bölgesinden yer yer mukavemet görmeye başladık. Aracımız kıyıya kapak atacağı sırada da aynı anda birçok mermi aracın bordasına peşpeşe saplanıverdi."

Ama bu zayıf direniş kolayca kırıldı ve bele kadar suya atlayarak kıyıya çıkan askerler, "kıyıbaşı"nı tuttular. Aynı saatlerde Girne'de bulunan Amerikan AP Ajansı Muhabiri H. Jensen'in izlenimleri şöyledir:

"Gökte birden Türk jet uçakları göründü. Bunlar hızlı dalışlar yapıp bombalarını mevziler üzerine bıraktılar. Biraz sonra gelen Türk bombardıman uçakları ise Girne kıyılarındaki diğer mevzilere saldırdılar ve buraları ağır şekilde bombaladılar. Birkaç gün öncesine kadar dünyanın her tarafından gelen turistlerin güneşlenip dinlendikleri Girne sahil şeridi bir anda cehennemi andıran bir görünüş kazanmıştı.

Türk çıkarma birlikleri kıyıda göründükleri zaman turistler otellere sığındılar. Türk birlikleri çarpışarak ilerlemeye devam ediyorlardı. Türk uçakları ise köprüleri, askeri tesisleri ve mevzileri ağır şekilde bombardıman etmeye devam ediyorlardı.

Girne'yi Lefkoşe'ye bağlayan yolda Kıbrıs'lı Rum askerlerin cesetlerini gördüm. Kıbrıslı Rum birlikleri araç ve malzeme bakımından da ağır kayıplara uğramışlardı. Yol boyunca yer yer yanmakta olan zırhlı araçlar ve tanklar görülüyordu."

Öğleye doğru çıkarma bölgesinde düşman askerleri artmıştı. Sağdan soldan bazı düşman birliklerinin hızla koşup geldikleri anlaşılıyordu. Kısa bir süre sonra da düşman tank taarruzu başladı.

Yarbay Neşet İkiz, o sahneyi şöyle anlatmaktadır:

"Az sonra düşmanın tank hücumuna geçtiği haberini aldık. Gerçekten de çok geçmeden, Doğuda Girne yolundan üç, Batıda Lapta-Karava yolundan da dört tankın geldiğini gördük.

Batıda en ileri hattayım. Tanklara attığımız Kobra'lar, bölgenin ağaçlı olması nedeniyle etkili olamıyor. Öfkeden ne yapacağımı bilemiyorum. Olacak şey değil.

Çakmak Özel Görev Kuvvet Komutanı Tuğg. Süleyman Tuncer de ana yolun kenarındaki bir narenciye bahçesinde inanılmaz bir cesaretle bir ağaca dayanmış, sonucu almamızı sabırsızlıkla bekliyor.

İşte bu anda 106'lık geri tepmesiz topumuz, bir düşman mermisiyle havaya uçtu. General bir başka topun ateş etmesi emrini verdi. Bir an önce bir şeyler yapıp bu tankları yok etmek şart. General Tuncer yumruklarını sıkmış, 'Öleceğiz ama buraya terk etmeyeceğiz' diye bağırıyor.

Şükürler olsun, Doğudaki taburumuz 57'lik bir geri tepmesiz topu, düşman haklarından birine tam isabet ettirdi. Tankın paletleri darmadağın oldu, ama ateş gücünü hala muhafaza ediyor. Nitekim namlusu çevrildi, derken ağızdan alev kusarak mermisini yolladı, bir anda 57'lik top ekibimiz havalara uçtu. Deniz Piyade Alayı'nın ilk şehitleri, topun başındaki üç kahraman Mehmetçik oldu: Onbaşı Hüseyin Ersoy, er Hasan Dutlu, er Recep Aldıkaçtı. Bu şehadet askeri kamçıladı, çok geçmeden diğer tanklar da aynı akıbete uğradılar.

Nihayet biraz olsun rahat nefes aldık. Vaktin nasıl geçtiğinin farkında bile değilim. Tanklarla uğraşırken saatler hayli ilerlemiş, akşamüstü olmuş."

Akşama kadar süren savaşlar sonunda Çakmak Özel Görev Kuvveti daha fazla ilerleme imkanı bulamadı. Fakat mevzilerini korumayı başardı. Bu arada yüklerini boşaltan çıkarma araçları, yeni birlikleri getirmek için Mersin'e doğru yola çıkmışlardı. Gidiş-dönüş için iki gün gibi uzun bir zaman gerekliydi.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 189-193.

Denktaş'ın İzlenimleri

Kıbrıs harekatını yönetecek olan 6. Kolordu Komutanı Korgeneral Nurettin Ersin, ilk paraşütçülerin hemen arkasından sabah saat 11.00'e doğru karargahının bazı subaylarıyla bir helikopterle Kırnı Kuzeyine inmiş ve komutayı ele almıştı.

Rauf Denktaş, "20 Temmuz günü saat 14.00 sularında Osman Örek'i yanıma alarak Ersin Paşa'yı görmeye gittik. Nurettin Ersin Paşa'yı ilk kez orada gördüm. Etraf yanıyor, bütün tarlalar ateş içerisinde. Asker koşuyor, büyük bir heyecan var. Fakat Ersin Paşa sanki evinde oturuyormuş gibi soğukkanlı, harita üzerinde çalışıyor" diye anlatır anılarında...

Denktaş'ın bu ziyaretten sonra Lefkoşe'ye dönüşü de maceralıdır. Şöyle devam eder Denktaş:

"Akşama doğru Nurettin Ersin Paşa'dan dönüyorduk. Gönyeli'ye girdik. Gönyeli'nin çıkışında arabamızın sağına soluna havan mermileri düşmeye başladı. Biraz ilerledik ki, köşedeki bir evin üzerine bir havan mermisi düştü ve biraz ilerideki elektrik direği önümüze devrildi. Benim tepkim, şoföre dur demek oldu. Şoförün tepkisi ise süratle düşenlerin arasından geçmek oldu; bu ani karar bizi kurtardı."

General Nurettin Ersin haberleşme güçlükleri içindeydi. Lefkoşe ile Beşparmak Dağları arasındaki ovaya atlayan ve inen birliklerin tanımadıkları bir arazide, ateş altında toparlanmaları, bölük ve taburların yerlerini almaları zor olmuştu. Özellikle komuta yerlerinin ve haber merkezlerinin kurulması ve telli telsiz bağlantılarının bağlanmasında gecikmeler meydana gelmişti. Nitekim Kolordu Komutanı, akşam olduğu halde hala Çakmak Özel Görev Kuvvetinin ne halde olduğunu bilmiyordu. Kıyı ile irtibat kurulamamıştı.

Bütün bu zorluklara karşın 20 Temmuz akşamı Türk Silahlı Kuvvetleri, başlarında kolordu komutanları olduğu halde Adaya sağlam olarak ve az kayıp vererek adımını atmıştı. Tüm güçlüklere rağmen, planın ilk aşamasının en zor olan ilk günü, büyük bir zorluğa uğramaksızın başarı ile gerçekleşmişti.

Savaşın ilk günü akşamında Boğaz'la Lefkoşe arasındaki uzunluğu 18-20 km., genişliği 3 km.den 10 km.ye kadar değişen dar bir bölgede, Hava İndirme Tugayı, Komanda Tugayı, Kıbrıs Türk Alayından oluşan yaklaşık 10 bin asker ve Lefkoşe ile Boğaz Sancaklarının yaklaşık 4 bin Mücahidi toparlanmaya çalışıyordu.


KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 194-197.

Düşman Taarruzu

20 Temmuz akşam üstü daha karanlık tam olarak çökmeden, Kıbrıs üzerindeki son Türk jetlerinin korkunç gürültüsü henüz tamamen kaybolmadan, düşmanın harekete geçtiği görüldü. Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO) birlikleri, indirme bölgesinin her yanından hücuma geçerken, Yunan Alayı da Türk Alayına karşı şiddetli bir saldırı başlattı.

Lefkoşe ve Gönyeli arasında tank ve zırhlı personel taşıyıcıların desteğinde, yoğun bir topçu hazırlık ateşinden sonra başlayan Yunan Alayının saldırısı yoğundu. 650 kişilik Türk Alayına karşı 950 askeriyle Yunan Alayı zaten üstündü. Üstelik, bir gün önce değiştirilip Magosa'dan bir gemiyle Yunanistan'a hareket eden 500 kişilik Yunan Alayı askerleri, savaşın başlaması üzerine geminin rotasını Baf'a çevirmiş ve Baf'ta karaya çıkarak Lefkoşe'ye hareketle tekrar alaylarına katılmışlardı. Yunan Alayı, RMMO'nın bir kısım topçusu ve tanklarını da emrine alarak, topçusuz ve tanksız Türk Alayına karşı çok üstün bir duruma gelmişti.

Kısa zamanda savaş kızışmış, Yunan Alayının 10 tankı Gönyeli Köyü yamaçlarına kadar ilerlemişti. Türk Alayının Gönyeli Taburu, mevzilerini tutmakta zorluk çekiyorlardı. Ancak saat 21.30'a doğru gerek karanlığın yoğunlaşması, gerekse Türk askerlerinin ısrarla savunması sonucunda düşman taarruzları önce ağırlaştı, ardından da durdu.

Kısa bir süre sonra, Yunan Alayının ihtiyatını cepheye sürmesi üzerine savaş yeniden alevlendi ve gece tüm cephede mücadele yeniden başladı. Yunanlıların, Türk Alayını Kuzeyden Gönyeli üzerinden kuşatarak Boğaz bölgesinden ayırıp imha etmeye çalıştığı anlaşılıyordu. Bunun üzerine Kolordu Komutanı Nurettin Ersin, elinde ihtiyat olarak tuttuğu Hava İndirme Tugayı 4. Taburu'nu Alayın emrine verdi. Ama, tabur irtibat subayının Hamitköy bölgesindeki tabura ulaşması gecikecek ve tabur emri ancak sabaha karşı alacaktı.

Gece yarısı Gönyeliköy'ü düşmek üzereydi. Alay Komutanı Albay Katırcıoğlu, bulabildiği erleri de katarak bir bölük kadar ihtiyatı ile düşmana bir karşı taarruz başlattı. Üç saat kadar süren bu taarruz, düşmanı geriye atmıştı.

Gönyeli Kuzey bölgesini savunan Hava İndirme Tugayı 1. Taburu ve Yeşilhat'la birlikte diğer kesimleri savunan mücahitler de zor saatler yaşıyorlardı. RMMO birliklerinin gece saldırıları, topçu desteğinde tüm cephede hızını artırmıştı. Ufak tefek geri çekilmelere karşın cephe yine dayanıyordu. Düşman, her ne pahasına olursa olsun bu gece bir sonuç almak peşindeydi.

Vakit gece yarısını geçmesine karşın, Alay ve Lefkoşe Sancağı bölgesinde savaş bütün şiddetiyle sürüyordu. Kuzey'de ise tam bir cehennem atmosferi yaşanıyordu. RMMO kuvvetleri, akşam karanlığını bile beklemeden, Girne-Lefkoşe Boğazı'nı tutan Boğaz Sancağı mücahitlerine karşı her taraftan saldırıya geçmişlerdi. Türk Bozdağı ve Doğruyol Tepesi, bütün hücumlara karşı direniyordu.

Ancak saat 22.00'den sonra dengeler değişti. Doğudan gelerek Beşparmak Dağları ormanları arasından sızmayı başaran 33. Rum Komando Taburu Boğaz'daki mücahit mevzilerine sokuldu. Boğaz'ın Batısındaki Doğruyol Tepesi'ni savunan Doğruyol Mücahit Bölüğü'nün 26 mücahidini baskınla şehit ederek bu tepeyi ele geçirdi. Sonra yine aynı sessizlikle Kuzeye dönerek St. Hilarion belgesindeki 1 ve 2. Türk Komando Taburlarını kuşatmaya başladı. Türk Kamonda Taburları Kırnı ve Güneyi bölgesine indikten sonra Kuzeye yürüyüp Boğaz'ı geçerek akşama doğru bu bölgeye ulaşmışlardı ve gece yarısından sonra Kuzeye doğru taarruz ederek Pladini Plajı'na çıkan birliklerle birleşmeyi sağlayacaklardı.

Doğruyol baskınından yaralı olarak kurtulabilen bir mücahidin St. Hilarion kalesindeki Mücahit Tabur Komutanına haberi ulaştırmasıyla durum meydana çıkınca, Türk Komando Taburları karşı harekete geçtiler. Tugayla ve Kolordu Komutanlığı ile telli ve telsiz bağlantı kuramayan Komanda Tabur Komutanları, Plaj bölgesine taarruzdan vazgeçip Boğaz'ı tekrar ele geçirmek kararına vardılar.

Birinci Komanda Taburu'nun gece yarısında Doğruyol Tepesi'ne karşı başlattığı saldırı, yanmakta olan ormanlık bir alanda ve bir tesadüf muharebesi şeklinde gelişti ve sabahın ilk saatlerinde düşman komandoları geri atılarak Doğruyol Tepesi tekrar ele geçirildi. Bu gece saldırısında tabur, 2 subay, 1 astsubay ve 7 er şehit, 60 da yaralı vermişti. 2. Komando Taburu da, Boğaz'ın Kuzey sırtlarını temizleyerek sabahtan önce Girne-Lefkoşe Boğazını güvenlik altına aldı.

Düşman sızması, 2. ve 3. Hava İndirme Taburlarının paraşütle atladıktan sonra geçe toparlanabilmeleri ve yoğun düşman ateşi nedeniyle karanlıktan önce Boğaz'ın Doğusundaki yerlerini alamamalarından doğmuştu. Akşam karanlığından sonra. 3. Hava İndirme Taburu, Güneyden gelerek ve rastladığı düşman kuvvetini geriye atarak Türk Bozdağı'na ulaşması ile tehlike tamamen önlenmişti. Her iki taraf da, Boğaz'ın, havadan inenlerle denizden çıkan birliklerin birleşmesi bakımından taşıdığı hayati önemin bilincindeydi.

Boğaz'daki bu dalgalanmalar, Boğaz Güneyindeki Boğaz Sancağı komuta yerine taşınmış olan 6. Kolordu Komuta Yeri'ni de etkilemiş ve gecenin karanlığında baskına uğramak ihtimaline karış Nurettin Ersin Paşa'nın emriyle tüm şifreler, haritalar ve emirler yakılmış, bütün karargah subay ve erleri yakın dövüşe hazırlanmışlardı. Sızan Rum komandoları, bu sıralarda Kolordu Komuta Yeri'nin hemen yakınına ulaşmış bulunuyorlardı.

Çıkarma bölgesindeki Çakmak Özel Görev Kuvveti, diğerlerine göre bu gece daha şanslıydı. Gece karanlığın basmasından sonra düşmanın bir-iki küçük hücum girişimi başarısız kalınca, herhangi bir saldırıya uğramamıştı. Ancak düşmanın topçu, havan, roket ateşleri sabaha kadar sürecek ve bu sıkışık yerdeki çıkarma birliklerine kayıplar verdirecekti. Çakmak Özel Görev Kuvveti'nin en büyük şansı, diğer Türk birliklerinin hiçbirinde olmayan Topçu Taburu desteğiydi.

Çakmak Özel Görev Kuvveti'nin bir talihsizliği olmuştu. Gece yarısı nereden geldiği belirlenemeyen bir roket ateşi ile, 50. Piyade Alay Komutanı P. Alb. İbrahim Karaoğlanoğlu ve beraberindeki Hava İrtibat Subayı Pilot Binbaşı Fehmi Ercan şehit olmuş, Piyade Alay Komutan Yardımcısı da yaralanmıştı.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 198-204.

Hava Harekatı

Kıbrıs'ta 20-21 Temmuz 1974 gecesi çarpışmalarla geçerken, Ankara'da Genelkurmay'da da sıkıntılı, gerilimli bir atmosfer vardı. Kolordu Komutanlığı ile Ankara arasındaki bağlantı kopmuştu. Kolordunun kendi birlikleriyle telli irtibat sağlanamamıştı, haberleşmeler ara sıra telsizle ve çok kere de motorlu veya yaya habercilerle yapılabiliyordu.

Bağlantı kopukluğu Genelkurmayı ciddi olarak endişelendiriyordu. Genelkurmaya ancak Bayraktarlığın telsizi ile haber verilebiliyordu. Ama Bayraktarlık'ta da, birliklerle haberleşmedeki güçlükler sebebiyle tam bilgi yoktu. Haberciler aracılığıyla gelen tek tük haberlerden, gerek Kıbrıs Türk Alayı'nın ve gerekse mücahitlerin ağır bir baskı altında oldukları anlaşılıyordu. Bayraktar Albay Eryılmaz, Genelkurmay'dan ne pahasına olursa olsun hava desteği sağlanmasını istemişti.

Gece uçak göndermek, gönderilse bile gece karanlığında bir sonuç almak çok zordu. Buna rağmen yapılacak başka bir şey kalmamıştı. Emir verildi ve gece yarısından sonra havalanan bir jet filosu az sonra Kıbrıs'a ulaştı. Uçaklardan atılan aydınlatma mermilerinin ışığında Yunan Alayı'nın bulunduğu bölge saptandı. Yerdeki Hava Kontrol Timi'nin de yönlendirmesiyle müthiş bir hava bombardımanı başladı. Yunan Alayı'nın hücumu durmuş, birlikleri panik içinde dağılmışlardı.

Birinci Kıbrıs Barış Harekatı'nın ilk 24 saati dolmak üzereyken, hava aydınlanır aydınlanmaz Yunan Alayı ve RMMO'nun saldırıları hızını kaybetti. Gönyeliköyü yamaçlarında tahrip olmuş iki tankını bırakan Yunan Alayı, eski mevzilerine döndü.

Bu arada Kıbrıs'taki Türk birlikleri arasındaki kopuk bağlantılar yeniden sağlanmış, Ankara'ya tamamlayıcı bilgiler ulaşmıştı. Haberler ulaştıkça Genelkurmay'daki Harekat Merkezi ilgilileri ve Komutanlar rahatlamaya başlamışlardı.

Sancılı bir gece geçirilmişti. İlk günün ve gecesinin bilançosu şöyleydi:

Havadan iniş ve denizden çıkış önemli bir kayıp olmadan başarılmış, düşmanın gece saldırısı püskürtülmüştü. Şimdi sorun, inen ve çıkan kuvvetlerin birleşmesi, dar sahanın genişletilmesi ve Anadolu'dan deniz yoluyla gönderilecek diğer birlikler yetişinceye kadar tutunabilmekti. Anadolu'dan çıkarma araçlarına binerek gelecekler de Kıbrıs'a ertesi günü, 22 Temmuz öğleye doğru varabileceklerdi. İlk yüklerini boşaltan çıkarma gemileri, o saatlerde Mersin'e yaklaşmaktaydılar.

Artık işin zor kısmı geride kalmıştı. Adaya ilk adım atılmış, adım atılan yerler sıkıca tutulmuştu.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 204-206.

2. gün
Diplomatik Durum


Haberleşmede çekilen sıkıntılara rağmen, ilk günün sonunda gelişmeler Harekat Planı'na uygun olarak devam ediyordu. Denizden çıkarma yapılmış, Hava İndirmesi tamamlanmış, düşmanın ilk gece saldırısı da atlatılmıştı.

Politik durum da iyiydi. ABD ve Sovyetler herhangi bir kaba kuvvete başvurmamışlar, herhangi bir tehditte de bulunmamışlardı. BM, AT, NATO ve Varşova Patkı'ndan harekatın durdurulması çağrıları yapılmıştı ama, öyle büyük bir tepki de konmamıştı. Yabancı basın yayın organlarının yorumları da olumluydu.

Yunanistan'ın durumu ise belirsizliğini koruyordu. Yunanistan şimdilik bir harbi göze alamamıştı. Bir önceki akşam, ABD'nin Kıbrıs Temsilcisi Sisko'nun Ankara'ya hareketinden sonra Yunan Cumhurbaşkanı Gizikis, Genelkurmay Başkanı Bonanos ve Cunta'nın güçlü lideri Yuannides bir toplantı yapmışlar ve "Türk müdahalesinin cevapsız bırakılması vatana ihanettir" diyen Yuannides'in baskısı altında "Türkiye'ye savaş açmak için tüm hazırlıkların tamamlanması" kararını almışlardı.

Öte yandan bir önceki akşamdan beri Türk Genel Kurmayı'na ulaşan hava keşif raporlarına göre; 10 kadar şilep ve savaş gemisinden oluşan bir Yunan filosunun Ege Denizi'nden Kıbrıs'a doğru yolda olduğu haber veriliyordu. Filo Türkiye'nin ilan ettiği yasak bölgeye yaklaşıyordu. Türkiye, böyle bir yardımın Kıbrıs'a ulaşmasına göz yumamazdı. Bir Türk-Yunan savaşı her an başlayabilirdi.

Bu arada, Kıbrıs'taki harekat bölgesinin uzağındaki Türk yerleşim bölgelerinden kötü haberler geliyordu. Rumlar harekatın başlamasıyla birlikte Adada bulunan zayıf Türk bölgelerine karşı saldırıya geçmişler, öldürme, yağma ve yıkımlara başlamışlardı. Baf ve Limasol Türk bölgelerinin düştüğü söyleniyordu. Toplu kıyımlara girişildiği haber veriliyordu. Eğer bir Türk-Yunan savaşı önlenmek isteniyorsa, öncelikle Adada Türk toplumuna karşı girişilen saldırı derhal durdurulmalı ve Kıbrıs'a gitmekte olan Yunan deniz konvoyu geriye döndürülmeliydi. Bunun için Türkiye, saat 15.00'e kadar süre tanıdılar. Çünkü bu saatten sonra filo Kıbrıs'a varmış olacaktı.

Sisko'nun ve heyetinin Türk Dışişleri Bakanı ve heyetine bir an önce ateş kesilmesi konusundaki tüm ricaları ve baskıları sonuçsuz kalıyordu. Amerikan temsilcisinin bütün gayreti şimdi, bir Türk-Yunan savaşını önlemekti. O da görünüşe göre Kıbrıs'a gitmekte olan Yunan deniz konvoyunun geri döndürülmesine bağlıydı. O sırada Türkiye Dışişleri Bakanı Turan Güneş ile ABD Temsilcisi Sisko arasındaki görüşmelere katılan Başbakan Ecevit, Sisko'ya kesin bir dille, "Eğer bu konvoy geri dönmezse batırmak zorunda kalacağız" diyordu.

Bunun için de Sisko, tekrar görüşmek koşuluyla saat 10.00'da aceleyle Atina'ya hareket etti.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 211-214.

Kıbrıs Türk Alayı

Harekatın ikinci günü sabahı, saat 05.00'de, Türk jetleri yine Kıbrıs göklerindeydi. Bir önceki günkü deneyden sonra artık hava harekatı üzerindeki kısıtlamalar kaldırılmış, uçaklara önceden belirlenmiş ve yeniden ortaya çıkacak tüm askeri hedeflere saldırı emri verilmişti. Dün gecenin aksine Rum ve Yunan kuvvetleri sinmiş, Türk kuvvetleri ise saldırıya geçmişti.

Harekat yeni baştan hızlandı. Saat 09.00'a doğru, dün gelmesi gereken 230. piyade Alayı'nın 1. Taburu'nu taşıyan helikopterler peş peşe Gönyeli Ovası'na konmaya başladılar. Bir kısım helikopterler de cephane ve sağlık malzemesi gibi bütünleme maddelerini taşıyorlardı. Ayrıca, Türk Alayı'na paraşütle bir bölüklük 106 mm.lik ağır havan silahı atıldı. Böylece alay, ilk defa ağır bir silaha kavuşmuş oluyordu.

Dün gece düşman hücumlarını geri püskürten ve sabaha karşı Hava İndirme Tugayı'nın 4. Taburunu da emrine alan Türk Alayı, bugün daha rahatlamıştı. Hava İndirme Tugayı'nın 1. Taburu ilk günün sabahından beri Gönyeli ile Kırnı arasındaki bölgeyi savunuyordu.

Bu arada Türk Genelkurmayı, Kıbrıs Yunan Alayı'nın dünkü saldırısını bir bildiri ile bütün dünyaya duyurdu:

"Kıbrıs Barış Harekatı'nda görev alan Türk Silahlı Kuvvetleri birliklerine, Barış Gücü, diğer ülkelerin vatandaşları ve tesisleri ile, anlaşmalar gereğince Adada bulunan Yunan Alayı'na taarruz edilmemesi emredilmiştir.

Birliklerimizin bu emre kesinlikle uymasına karşılık Rum Milli Muhafız Birliklerini ve tanklarını takviye olarak alan Yunan Alayı, yıllardır komşusu bulunan Alayımıza taarruz etmiştir.

Bu sebeple de Türk Silahlı Kuvvetlerinin iki ülkeyi karşı karşıya getirmemeyi amaçlayan kararını uygulamak mümkün olmamıştır."

RMMO'ndan tank ve topçu takviyesi alan Yunan Alayı, Türk Alayına göre üstündü. Türk Alayı'nın cephanesi ve kuvveti, bir taarruz için yeterli değildi. Yunan Alayı, özellikle tank ve topçu bakımından üstünlüğünü koruyordu. Türk Alayı'nın tanksız ve topçusuz taarruzu çok zordu ve ağır kayıplara mal olabilirdi.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 214-216.

Hava İndirme Tugayı

Tugay, ilk günün sonunda ikiye bölünmüştü. Türk Alayı emrine verilen 1. ve 4. Taburlar, Tugayın emrinden çıkmıştı. 2. ve 3. Taburları ise bir gün önce Boğaz Doğu yakasını tutamadıkları için düşman komando taburu baskını meydana gelmişti. Büyük kayıplar pahasına Boğaz'ın Doğu yakası yeniden ele geçirilebilmişti.

Bütün gece yürüyen ve dövüşen 3. Tabur, sabahla birlikte Rum Bozdağı doğrultusunda taarruza kalkmıştı. Ama bölgenin çok arızalı, ormanlık oluşu ve düşmanın kuvvetli tahkimata sahip bulunuşu nedeniyle bu taarruz fazla ilerleyemeden durmuştu.

2. Tabur ise Kırnı bölgesinde savaşa tutuştuğu düşmandan sıyrılıp görev yeri olan Boğaz bölgesine gelememişti. Batıdan Baf ve Güzelyurt bölgelerinden gelen takvilerle düşman, Kırnı bölgesini ele geçirmek için Boğaz Sancağı Mücahitlerine yükleniyordu. Düşman tankları bir ara Kırnı eteklerine ulaşmış, sonra geriye atılmıştı. Hava kuvvetinin zamanında yardıma koşmasıyla hem geriden gelen düşman yürüyüş kolları dağıtılmış, hem de tanklardan bir kısmı roketlerle imha edilmişti.

Bugün helikopterlerle gelen 230. Piyade Alayı'nın 1. Taburu, Hava İndirme Tugayı'nın emrine verildi. Ama bu tabur ancak akşama doğru savaşa hazır hale gelebildi.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 216-217.

Komando Tugayı

1. ve 2. Taburlar dün gece sabaha kadar dövüşerek Boğaz'ı kurtarmışlar ve yorgun düşmüşlerdi. Ormanlık ve sarp bir arazide, gece karanlığında birlikler birbirine karışmış, bağlantılar kopmuştu.

Gönyeli bölgesindeki 3. Komando Taburu da, halktan sağlanan araçlarla St. Hilarion yöresine taşındı. 1. Komando Taburu düşmana karşı yan ve geri güvenliğini sağlarken, 2. ve 3. Komando Taburları, çıkan kuvvetlerle birleşmek üzere Zeytinlik köyü doğrultusunda saldırdılar. Böyle bir taarruz bekleyen düşman, bölgeyi kuvvetle tuttu. Düşman savunması kırılamadı ve birkaç defa tekrarlanmasına rağmen Türk taarruzları gelişemedi. Türk birlikleri geceleyin savunmaya geçtiler.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 217-218.

Çıkarma Tugayı

Deniz Piyade Alayı ile 50. Piyade Alayı, kıyıya ayak bastıklarından beri bir türlü ilerleyememişler ve 4 kilometrekarelik dar bir alanda sıkışıp kalmışlardı. Çıkartma hiç beklemedikleri bir yerden yapılmış olmasına rağmen, düşman hayret edilecek bir hızla bir kuşatma çemberi oluşturmuştu.

İlk gün taarruza cesaret edemeyen düşman kuvvetleri, Beşparmak Dağları'nın yüksekliklerinin sağladığı görüş imkanı ile çıkarma kuvvetlerini yoğun bir ateş altında tutuyordu. Topçu ve havan ateşleri Türklere göz açtırmıyor, devamlı kayıplar verdiriyordu. Üstelik dün, geceden yararlanarak Doğuda Magosa, Batıda Lefke ve Güzelyurt'tan bölgeye kuvvet da kaydırmıştı.

Çıkan birliklerle birleşmek için 2. ve 3. Türk Komando Taburları'nın sabahki taarruzları kırıldıktan sonra sıra düşman kuvvetlerinin saldırısına gelmişti. Düşman, çıkarma birliklerini denize dökmek düşüncesindeydi.

Beklenen taarruz öğleden sonra saat 14.00'e doğru başladı. Düşman hem Doğudan Girne doğrultusunda, hem de Batıdan Lafta doğrultusundan iki taraflı taarruz ediyordu ve iki tarafta da hücuma tanklar öncülük ediyordu. Çarpışma şiddetli oldu. Düşman tankları topçu taburumuzun uzaktan ateşleri, yakın mesafeden de geri tepmesiz top ve roket atar ateşleriyle güçlükle durduruldu. Kıyı açığındaki Türk savaş gemileri büyük toplarıyla çıkartma birliklerini destekliyorlardı.

Bütün bunlara karşın az sonra düşman tankları Batıda çıkarma planının 250 metre kadar yakınına ilerleme imkanını buldular. Çıkarma harekatının en tehlikeli saatleriydi. Ancak Türk askeri direndi ve akşama doğru düşman, karşı taarruzla geriye atıldı. Ağır kayıplara uğrayan RMMO birlikleri eski mevzilerine çekilmek zorunda kaldılar. Büyük tehlike atlatılmıştı.

Düşman, Kıbrıs'ta tahmin edilenin üstünde bir kuvvet toplamış ve her yerde bu sayı kalabalığı ile Türk ordusunun karşısına çıkmıştı. O gün, Genelkurmay Genel Sekreterliği Basın ve Halkla İlişkiler Şubesi'nce yapılan açıklamada bu durum şöyle anlatılıyordu:

"Sürdürülmekte olan Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Kıbrıs Rum topluluğunda, bilinenin çok üstünde tank, silah, malzeme ve cephane olduğu tespit edilmiştir. Adada bulunan Yunan subaylarının sayısı da, öne sürülenin çok üstündedir. Bunların Kıbrıs'a darbeden önce sokulduğu anlaşılmıştır.

Kıbrıs Rumlarına yapılan bu yardım ve destek, Yunanistan'ın Adada ne türlü karanlık emeller beslediğini göstermektedir. Bütün bu çabalar, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ileri harekatını yavaşlatmamıştır."

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 218-220.

İkinci Gece

Denizde Kocapete acısı yaşanırken, Adada harekatın ikinci gecesi başlıyordu. Türk kuvvetleri ikinci bir düşman taarruzu bekliyorlardı. Fakat beklenen olmadı. Çünkü bir gece önceki saldırı, Yunan Alayı'na olsun, RMMO'na olsun pahalıya mal olmuştu. Üstelik bir başarı da sağlanamamıştı.

Buna karşın diğer Türk Sancaklarından Ankara'ya ulaşan haberler pek de iç açıcı değildi. Daha ilk gün Lefke ve Limasol Sancakları düşmüştü. Silah ve sayıca çok üstün RMMO'nun hücumları karşısında Mücahitler fazla dayanamamıştı. Mücahitleri ve halkı esir eden Rumların katliam ve yağmaya giriştiklerine dair haberler çoğalıyordu. BM Barışgücü askerlerinin araya girme gayretleri bir sonuç vermiyordu. Diğer Sancaklar, çok uygunsuz koşullara rağmen direniyorlardı. Bazı bölgelerde havadan silah ve cephane atılmaya çalışılıyordu. Fakat Mücahitlerin daha ne kadar süre dayanabilecekleri belli değildi. Yalnız Lefkoşe-Girne arasındaki asıl harekat bölgesinden değil, Kıbrıs'ın hemen her tarafında silah sesleri yankılanıyordu.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 229-230.

Başkentlerde Durum

Barış Harekatı'nın ikinci günü akşam saatlerinde, Türk ve Yunan başkentlerinde silahsız ve kansız bir diplomatik savaş sürüyordu. Ecevit hükümeti, dışardan gelen ateş kesilmesi baskılarına dayanma ve zaman kazanma mücadelesi veriyordu. ABD, NATO, BM, AT ve pek çok ülke, Ankara'yı telefon, telgraf ve Ankara'daki elçileriyle baskı altında tutmaya çalışıyorlardı.

Türk hükümeti, bir yandan Kıbrıs Türkleri için geniş ve kesin güvenceler isterken, diğer yandan Adaya çıkan birliklerin güvenlik sağlayacak hedeflere varmasına karşı ateşi kesmeyeceğini söylüyordu. Gerçekten de Kıbrıs'a çıkan kuvvetler, daracık bir bölgede hiç de güvenlik altında olmadıkları gibi, ikinci günü akşamı olmasına rağmen aralarındaki birleşme de sağlanmış değildi. Tankıyla, topuyla asıl çıkarma birlikleri, ikinci gün öğleden sonra Mersin'den ancak hareket edebilmişti; Adaya varması üçüncü gün öğle saatlerini bulacaktı.

Bütün bunların sonunda, harekatın ikinci günü akşam olurken, Ankara hiç beklenmeyen bir Kocatepe olayının etkisinde sarsıntılı bir günü geride bırakmıştı.

Atina ise hem çok sıkıntılı, hem de karmaşıktı. Yunan Askeri Cunta Yöneticileri ne yapacaklarını bilemiyorlardı. İlk günün akşamı Yuannides'in baskısıyla Türkiye'ye savaş açılması kararlaştırılmıştı ama, bir türlü uygulamaya geçilemiyordu. Uygulama, konuşmak kadar kolay değildi.

9 yıl sonra, 1983 yılında yayınlanan anılarında Sampson, Atina'da alınan bu savaş kararının Cumhurbaşkanı Gizikis tarafından telefonla kendisine bildirilmesini şöyle anlatacaktır:

"Gizikis,

- Savaş Konseyi, Tuğgeneral Yuannides'in tavsiyesi üzerine Türkiye'ye savaş ilen etmeye karar verdi. Türkler, tamiri ve telafisi imkansız bir yenilgi alacaklardır. Bay Sampson, sen de Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakını açıklamaya hazırlan.

Gizikis'in sözleri, Yunanistan'ın kana bulanan kızının (Kıbrıs'ın) yardımına koşacağını ve sonunda Yunanistan'la birleşeceğini doğrulamaktaydı. Yaşaran gözlerle kendisine sordum:

- Sayın Başkan, anavatanın askeri yardımı ne zaman gelecek ve savaş ne zaman ilan edilecek?

Bana cevap verdi:

- 22 Temmuz 1974 Pazartesi sabahı saat 11.00'de. Buna neden de Kıbrıs'a yaklaşmakta olan denizaltılarımızın Kıbrıs'a ulaşmasını mümkün kılmaktır. Denizaltılarımız halen Kıbrıs7a doğru yol almaktadır.

Kendisne sordum:

- Peki, ENOSİS'i ne zaman ilan edeyim?

- Yunanistan'ın Kıbrıs'ta, Meriç'te ve diğer cephelerde saldırılarının başlamasından hemen sonra ENOSİS'i ilan edebilirsin, diye cevap verdi.

- Teşekkür ederim sayın Cumhurbaşkanı, şimdilik size veda ediyorum. Kıbrıslıların rüyası ve beklentilerinin gerçekleşmesinin başlayacağı saat 11.00'e kadar sizden ayrılıyorum.

Cevap verdi:

- Evet Sayın Cumhurbaşkanı, rüyalarınız ve beklentileriniz nihayet gerçekleşecektir."

Atina'daki Yunan yöneticileri büyük sıkıntı içindeydiler. Ne Kıbrıs'a bir yardım gönderebiliyorlar, ne de Türkiye'ye savaş açabiliyorlardı. Üstelik hem kendi kamuoylarına, hem de dünyaya karşı kötü durumdaydılar. Ülke yönetiminde söz sahibi olan askerler ikiye bölünmüşlerdi. Bir yanda Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanları, diğer yanda kilit mevkilerdeki birliklere komuta eden subaylara dayanan ve tüm devlet güvenlik güçlerini elinde bulunduran General Yuannides. Bu kamplaşmada, asıl sorumluluk taşıyan Andraçopulos Hükümeti bir kenara atılmıştı ve onun adı bile geçmiyordu.

Harekatın ikinci günü sabahı Genelkurmay Başkanı Bonanos'un başkanlığında toplanan Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri komutanları, Türkiye'ye savaş açmanın macera olduğu konusunda fikir birliğine varmışlardı. Ancak Türkiye saldırırsa bir savunma savaşı yapabilirlerdi, ama kendilerinin savaşı başlatması ve Türkiye'ye saldırması akıl kârı değildi. Hatta Kıbrıs'a yardım bile gönderilemezdi. Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Arapakis, hava desteği olmadan böyle bir işe girişmenin felaket olacağını ve donanmasını böyle bir maceraya atamayacağını söylüyordu. (Kocatepe olayı bu sıralarda henüz duyulmamıştı.) Yapılacak en doğru şey, mağlubiyeti kabul etmek ve yönetimi sivillere bırakarak çekilmekti.

Şimdi General Yuannides'in başkanlığını yaptığı askerlerle, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanalrı arasında çekişme gittikçe tırmanıyordu. Bu kavgada hangi tarafı tuttukları kesinlikle belli olmayan Cumhurbaşkanı Gizikis ile Trakya'daki Türk sınırını bekleyen 3. Ordu Komutanı General Davos'un Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının tarafını tutmaları, Yuannides grubuna bir darbe oldu.

Yuannides ve taraftarları zor durumda kalmışlardı. Ya bir baskın ile muhalif generalleri alaşağı edip yönetimi tamamen ellerine alacaklar, ya da çekip gideceklerdi. Fakat kendi aralarında da bir darbe kararı almak cesaretini bir türlü gösteremiyorlardı. Şimdi, Yuannides grubunda çözülme başlamıştı.

Sonuç olarak, harekatın ikinci günü sona ererken Yunanistan'da bir iktidar boşluğu vardı. Kimin ne yaptığı, kimin kime emir verdiği belli değildi. Atina'da bulunan Sisko da, diğer devlet elçileri de bu yüzden konuşacak bir yetkili bulmak için boşuna didinip duruyorlardı. Dış dünyayı asıl korkutan da buydu.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 230-234.

3. gün
Kuvvet Dengesi Değişiyor

Türkiye Başbakanı Ecevit'in tüm dünyayı rahatlatan ateşkes kararının saat 17.00'de yürürlüğe gireceğini ilan ettiği saatlerde, Kıbrıs'ta savaş tüm şiddetiyle sürüyordu. Ancak, savaşın inisiyatifi tamamen Türk kuvvetlerinin eline geçmişti.

Savaşın ikinci günü az da olsa hava yoluyla takviye alan Türk kuvvetleri, derlenip toplanmışlardı. Başbakanın Ankara'da ateşkes kararını açıkladığı saatlerde, 350 kişilik Kıbrıs Alayı Değiştirme Birliği, başlarında Kıbrıs Alay Komutanlığını devralacak olan Kurmay Albay Eşref Bitlis olduğu halde, helikopterle Adaya ulaşmış ve Gönyeli ovasına inmişti. Yarım saat sonra da, 10.30'da iki gündür ilk kez deniz yoluyla yeni takviye kuvvetleri Pladini Plajı'nda karaya ayak basıyorlardı.

Kıbrıs'ta iki gündür üstün düşman karşısında sıkışıp kalmış olan Türk kuvvetleri, artık rahatlamıştı. Çünkü takviye kuvvetleri, tankları ve toplarıyla birlikte geliyorlardı. Kuvvet dengesi artık Türklerin lehindeydi.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 236-237.

Bora Özel Kuvveti


Barış döneminde İskenderun ve çevresinde bulunan 39. Piyade Tümeni, Sampson darbesiyle birlikte alarma geçmişti. Bunun için bütün birlikler sefer görev yerlerinde toplanmışlar ve hazırlıklarını tamamlamışlardı. Eldeki çıkarma araçlarıyla bir defada ancak bir tugaylık bir kuvvet taşınabilirdi. Bu arada Tümen, "Bora Özel Görev Kuvveti" adı altında bir Tugay oluşturmuştu. Tuğg. Hakkı Borataş komutasındaki Tugay, Mersin'de harekete hazırdı.

20 Temmuz'da Piladini'ye ilk çıkan birlikleri götüren çıkarma araçlarının Mersin'e dönüşü, ikinci gün öğle saatlerini bulmuş ve Tugayın araçlara bindirilmesi 4 saatte tamamlanmıştı. 22 taşıma aracı ile birlikte Donatan ve Truva gemilerine binen Tugay, aynı gün saat 13.30'da Mersin'den hareket etmiş ve 21 saatlik bir yolculuk sonunda, harekatın 3. günü olan 22 Temmuz saat 10.30'da Pladini plajına varabilmişti.

Çıkan kuvvetlerin başında bulunan 39. Tümen Komutanı Tümg. Bedrettin Demirel, o günü şöyle anlatmaktadır:

"21 Temmuz 1974 Pazar günü saat 13.30'da kıyılarımızdan Akdeniz'e açıldık. Ancak Kıbrıs'ta savaşan sevgili Alay Komutanımız Albay İbrahim Karaoğlanoğlu'nun şehadet haberi aklımızdan çıkmıyordu. (Karaoğlanoğlu'nun Alayı 39. Tümene bağlıydı). Üzüntülü idik. Gönüllerimiz yaslı ve buruktu.

Kıbrıs'tan gelen savaş haberleri de pek iyi değildi. Girne Boğazı'nın iki tarafındaki Bozdağ ve Doğruyol'un ellerine geçtiğini, Lefkoşe Kuzeyinde Rumların, Aşağı Dikoma (Dikmen) ile Lefkoşe Bastısında Yerelokko'dan yaptığı taarruzlarla birliklerimizi imha ettiğini Rum ve Atina radyoları tekrarlıyordu. Yanımızda götürdüğümüz klavuzumuz Kıbrıs'lı Mücahit Münir Bey'in Rum radyolarını dinleyip gözlerinin dolduğunu gördük. Bize, dinlediği her şeyi söylemek istemediği anlaşılıyordu. 21/22 Temmuz gecesini çıkarma araçlarında, ıslak platformlar üzerinde, ayakta ve uykusuz geçirdik.

22 Temmuz sabahı deniz dalgalı idi. Çıkarma araçlarımız derin dalgalar arasında çatırdayarak ilerledikçe Beşparmak Dağları'nı ve dağların siyah dumanlı yangın bölgelerini daha yakından görüyorduk."

Bora Özel Görev Kuvveti'nin adaya ayak bastığı saatlerde Başbakan Ecevit, saat 17.00'de başlayacak olan ateş kes kararını açıklamıştı. Ancak, Pladini plajında tam bir mahşer yaşanıyordu. İki gün sonra yeni çıkarma kuvvetlerinin geldiğini gören Rumlar, ellerindeki tüm ağır silahlarla çıkarma araçlarına karşı müthiş bir ateşe başlamışlardı. Top, roket, havan, uçaksavar, geri tepmesiz toplar, makineli tüfekler, akla gelebilen her cins silah, Pladini Plajı'nı cehennem yerine çevirmişti. Rumlar, gelenlerin karaya çıkmasının, kendilerinin sonu anlamına geldiğini iyi biliyorlardı.

39. Tümen Komutanı Tümg. Bedrettin Demirel, o günü anılarında şöyle anlatıyordu:

"Ormanlar yer yer yanıyordu. Alevler ve kara dumanlar arasında top atışları görülüyordu. Kıyıda yer yer patlayan mermiler arasında gemilerimiz ikişer ikişer çıkarma yerine yaşanırken, kanlı ve dumanlı bir cehennemin içinde dalga dalga yayılıyorduk. Yarı yarıya sulara gömülerek kıyıya ayak basan kıtalarımız üzerinde, düşman ince bir tanzim ve tesir atışına geçmişti. Top atışları karşıdaki Beşparmak Dağları'nın tepelerinden geliyordu. Bu mevzileri, çıktığımız kıyılardan dövmeye ve görmeye imkan yoktu."

Kıyıdaki Çakmak Özel Görev Kuvveti'nin Kıbrıs'taki tek topçu taburu ve diğer silahları, çıkmakta olan Bora Özel Görev Kuvveti'ni korumak için düşmanı baskı altında tutuyor, Bora'yı getiren donanma savaş gemileri denizden, jetler havadan Rum mevzilerini bombalıyorlardı.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 239-241.

Girne'nin Alınışı


Bora Tugayı bu kıyamet arasında saat 10.30'da başladığı çıkartmayı 5 saat sonra, 15.30'da tamamlanış, ilk çıkan birlikler tanklar ve kariyerler desteğinde Girne doğrultusunda hızla ileriye atılmışlardı. Ne yapılacaksa, ateşin kesilmesinden önceki birkaç saat içinde yapılacaktı. Onun içinde en az, inen kuvvetlerle birleşme sağlanmalıydı.

Yeni çıkan topçunun mevzilenmesi bile beklenmeden hızla harekete geçildi. Fakat düşman direnişi de, umulanın dışında sert ve inatçıydı. İki buçuk gündür onlar da toparlanmış, Çakmak Özel Görev Kuvveti'nin etrafında çember oluşturmuşlardı. Bu arada çevreyi mayınlamışlar, özellikle Pladini-Girne arasını barikatlarla geçilmez hale getirmişlerdi.

Ancak, Türk kuvvetleri kararlıydı. Bir buçuk saat kadar sonra tankların öncülüğünde Bora'nın uç birlikleri Girne yakınlarına ulaşmış, sonra Boğaz'a doğru Kuzeye dönmüştü. Bora Tugayıyla beraber Pladini'ye ulaşan ve bir tanka binmeyin başaran Türk gazetecisi Cüneyt Arcayürek, 24 Temmuz 1974 tarihli Hürriyet'e şunları yazıyordu:

"Bedrettin Paşa ile Hakkı Paşa ve kurmayları zırhlı bir araçla asfalt yola gelmişlerdi. Etrafa bir baktılar ve sonra, daha önce çıkarma birliğinin Komutanı Tuğg. Süleyman Tuncer ile buluştular. Bir Rum evini karargah yapmışlardı. Evin sol tarafındaki ağaçlıkta Türk topları yerleşmişti ve durmadan karşı tepeleri vuruyorlardı. Her topun kükreyişinden sonra tepelerde büyük bir duman yükseliyor, üç dört topun ateş etmesinden sonra askerlerimiz komutanlarının gösterdikleri yerlere süratle koşuyorlardı.

Makineli tüfek, top ve havan gürültülerine rağmen askerlerimizde ve onlara komuta eden subaylarımızda akıl almaz bir sükunet yaşanmaktaydı. Telaş yoktu. Olağan bir çalışma düzeninde çalışıyorlardı sanki. Sadece ellerini kaldırıyor, uzakta olan birliklerin komutanlarına bazı işaretler yapıyorlardı. İşareti alan derhal fırlıyor ve bir başka yere sıçrıyordu."

Ateşkesin başladığı saat 17.00'de, Boğaz bölgesinde, inen kuvvetlerle birleşme sağlandı. Tam 3 gündür hasretle beklenen birleşme sonunda gerçekleşmiş, çıkanlar ve inenler yan yana gelebilmişlerdi.

Bu arada Boğaz Batısında St. Hilarion bölgesindeki 3. Komando Taburu da, Bora'yı taşıyan çıkarma araçlarının kıyıya kapak attıkları sırada Girne doğrultusunda taarruza başlamış, karşısında 3 gündür süren inatçı savunmayı kırarak kente yaklaşmışlardı. Geriden yetişen Bora'nın diğer birlikleriyle komandolar, 3 gündür ele geçirilemeyen kente yüklenmişlerdi.

Girne'nin direnişi çok güçlüydü. Her evden her sokaktan ateş ediliyordu. Ancak Komandolar ve Bora birlikleri saat 17.00'de kente girmeyi başardılar. Artık Girne Limanı alınmıştı. Bundan sonra Mersin'den gelecek asker ve malzeme, çıkarma araçlarına gerek kalmadan gemilerle buraya çıkarılabilirdi.

Harekat planlanan amaca ulaşmış, inen ve çıkan birlikler arasında birleşme sağlanmış, Girne alınmıştı. Boğaz'ı Lefkoşe Ovası'na doğru Güneye aşan Bora kuvvetlerinin uç birlikleri Gönyeli'ye doğru iniyorlardı. Hava İndirme Tugayı'nın Doğuda dört taburla Rum Boğazı'nı almak için başlattığı taarruz sürüyor, uzakta Türk Alayı ile Yunan Alayı birlikleri Lefkoşe Havaalanı etrafında dövüşüyor, Küçük Kaymaklı yöresi Lefkoşe Mücahitlerinin silah sesleriyle uğulduyordu.

Resmen saat 17.00'de ateşin kesilmiş olması lazımdı. Ancak her iki taraf da buna niyetli görünmüyorlardı. Çarpışmalar 3-4 saat daha devam etti. Karanlıkla birlikte silahlar sustu.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 241-244.

Diğer Türk Birlikleri


Kolordu Komutanı Nurettin Ersin Paşa, Pladini'ye çıkacak Bora Özel Görev Kuvvetleri'ni beklemeden, 3 gün elindeki kuvvetlerle taarruza geçmek kararını vermiş ve bunun içinde dün geceden emirleri yayınlamıştı. Buna göre Kıbrıs Türk Alayı, Hava İndirme Tugayı ve Komando Tugayı karşılarındaki düşmana taarruz edeceklerdi.

Kolordu Komutanı, bugün helikopterle gelen Kıbrıs Alayı Değiştirme Birliği ile Alayı takviye etmiş ve ona Lefkoşe Havaalanı'nı ve Küçük Kaymaklı'yı ele geçirme görevini vermişti. Alayın taarruzu saat 15.00'de doğru, yani Bora Tugayının kıyıya çıktığı saatlerde başladı ve Havaalanı doğrultusunda hızla gelişti. İki saat kadar sonra Yerelokko yolu kesilmiş, Havaalanı Batıdan kuşatılmıştı.

Yunan Alayı savunmada zorluk çekiyordu. Ama sağdan soldan yardıma gelen takviyeleri cepheye sürerek ve ağır bir topçu ateşi açarak Türk Alayı'nın taarruzunu durdurmayı başardı. Akşam karanlığı çökerken iki taraf da yeni mevzilerinde toparlanmaya çalışıyorlardı. Halbuki gelen emirlere göre saat 17.00'de, yani dört saat önce ateşin kesilmesi lazımdı.

Lefkoşe'nin Batısında Havaalanı çevresinde bunlar olurken, Lefkoşe Doğusunda Küçük Kaynaklı etrafında da kıyasıya bir savaş vardı. Türk Alayı'nın bir piyade bölüğü ile takviye ettiği Lefkoşe Sancağı Mücahitleri burada hücuma geçmişlerdi. 11 yıl önce 1963 Kanlı Noel olayları sırasında, 15 Temmuz darbesini yapan Samspon'un başında bulunduğu EOKA-B militanlarının Türklerin elinden aldığı Küçük Kaymaklı için yeniden kavga başlamıştı.

Bu kez durum değişikti. Türklerin coşkulu hücumuna düşman fazla dayanamadı. Sokak sokak, ev ev yapılan savaştan sonra, saat 18.30'da Küçük Kaymaklı Türklerin eline geçti. Köye zaferle giren delikanlı Mücahitler arasında 11 yıl önce 1963'te altı yedi yaşında bir küçük çocukken anasının kucağında Rum zulmünden kaçanlar da vardı.

Lefkoşe şehrinde iki tarafı ayıran Yeşil Hat boyunca süren savaşta ise; Lefkoşe Sancağı Mücahitleri ile Rum Milli Muhafız Ordusu kuvvetleri arasında geçiyordu. İki taraf da, evlerin pencerelerinden, kazılmış hendeklerden veya kum bidonları ve kum torbalarıyla oluşturulmuş mevzilerden karşılıklı olarak birbirlerine ateş ediyorlardı. Ev ev, sokak sokak çarpışıyorlardı.

Lefkoşe'nin 15 km. kadar Kuzeyinde, Boğaz'ın Doğusunda Hava İndirme Tugayı'nın taarruzu ise, Bora Tugayı'nın kıyıya kapak atmasından 4 saat sonra ancak saat 15.00'te başlayabildi. Birliklerin dağlık ve ormanlık bölgede tertiplenmeleri ve taarruz için ileri yanaşmaları zaman almıştı. Tugay dört taburla (Kuzeyden itibaren 2. Hava İndirme Taburu, Jandarma Komando Taburu, 3. Hava İndirme Taburu ve 230. Piyade Alayının 1. Taburu) Rum Bozdağı ve her iki yanından taarruz ederek, bölgeyi ele geçirecekti. Bozdağı gibi Beşparmak Dağlarının yüksekliklerini elinde bulunduran düşman, Lefkoşe-Girne Boğazı'nı kontrol ve ateş altında tutuyordu.

Ateşkesin yürürlüğe girdiği saat 17.00'de taraflar arasındaki savaş tüm şiddetiyle sürüyordu. İnatla direnen düşman çözülmek üzereyken, akşam karanlığı bastırdı. Ayrıca, ateşkes resmen yürürlüğe girmişti.

Komando Tugayı'nın 3. Taburu, Bora birlikleriyle ortaklaşa ve başarılı bir şekilde Girne'ye taarruz ederken; takviyeli 1. Taburu ile de Batıya, Beşparmak Dağları üzerindeki Karmi Ormanları bölgesine hücum ediyordu. Saatler sonra Tabur, Karmi eteklerine ulaşmıştı ama, sarp ve ormanlık bir arazi şartları ve şiddetli düşman direnişi karşısında, ağır kayıplar vermişti. Kaybedilenler arasında Tabur komutanı da vardı. Tugay Komutanı, bu yüzden taburun karanlıkta tekrar eski mevzilerine çekilmesini emretti. Tugayın 2. Taburu ise, Kolordu Komutanının emriyle geride Kırnı bölgesinde toplanmış ve Kolordu ihtiyatı görevini üstlenmişti.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 244-247.

Ateşkesten Sonraki Durum


Kıbrıs Barış Harekatı'nın 3. günü akşamı son durum şöyleydi:

Türk kuvvetleri Girne ve Lefkoşe arasında bir bölgeye el atmış ve buraya sağlamca yerleşmişti. Kıbrıs ile Türkiye arasında bugüne kadar var olmayan bir deniz ve hava bağlantısı sağlanmıştı. Bundan sonra Kıbrıs Rum Yönetimi, denizlerini ve havalarını Türkiye'ye kapayarak içerideki Türk toplumuna karşı dilediğini yapamayacaktı.

Başbakan Ecevit'in o akşam Ankara'da bir yabancı gazetecinin sorusuna verdiği cevap, bu durumu doğruluyordu:

"Bizim için önemli olan, Adadaki Türk varlığını geriye dönülmez şekilde etkin hale getirmektir. Bu da gerçekleşmiştir. Türk toplumunun bugüne kadar denize çıkışı yoktu, bugün vardır. Türkiye bu sayede Kıbrıs Türk toplumunun yardımına, gerektiği takdirde, gidebilecektir."

Üç gün gibi kısa bir süre içinde Doğu Akdeniz'deki dengeler değişmişti. Ecevit, bu konuda şunları söylüyordu:

"Yunanlılar yıllardır Adada kuvvet yığabiliyorlardı. İngilizlerinin de orada üsleri vardı. Bugün Türkiye de oraya mevcudiyetini çıkarıp tam bir denge kurmuş olacaktır. Bu üçlü denge unsuru eskiden yapılmış olsaydı, bugünkü durumlarla karşılaşmazdık. Türkiye'nin belli rizikoları bile göze almak suretiyle meşru haklarını korumadaki kararlılığı artık ortaya çıkmıştır. Uluslar, artık Türkiye'nin meşruluk düzeni içinde mutlaka menfaatlerini korumaya kararlı bir devlet olduğunu görmüşlerdir. Bu, Türkiye'nin dünyadaki gücünü ve itibarını artırmıştır. Bu dünyada, Türkiye'yi kınayan Yunanistan'dan başka bir tek devlet yoktur. Kıbrıs olayları ile ilgili olarak Yunanistan'ı kınamayan, Yunanistan'dan başka bir devlet bulunmamaktadır."

Savaşın 3. ve son günü, Yunanistan ve Kıbrıs Rum yönetimindeki perişanlık ve karışıklık daha da artmıştı.

Atina'da sabahleyin hükümet adına Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Arapakis, ABD arabulucusu Sisko'ya, ateş kesilmesine razı olduklarını bildirmişti ama, bundan sonraki saatlerde herkes yine kaybolmuştu. Sisko, ne Hükümet ne de asker kanadından kimseyi bulamıyordu.

Sisko'nun Amiral Arapakis ile -o da ancak telefonla- ateşkes konusundaki görüşmesi ilginç diyaloglara sahne olmuştu:

Sisko- Ateşkes konusundaki kararınızı öğrenebilir miyim?

Arapakis- Türkiye de kabul ettiği takdirde biz de ateş keseceğiz.

Sisko- Bu Yunan Hükümetinin görüşü müdür?

Arapakis- Yunan Hükümetini şu anda ben temsil ediyorum.

Sisko- Amiralim üzgünüm, ancak size bir soru soracağım. Yuannides adına da konuşabiliyor musunuz?

Arapakis- Evet, Yuannides için de..."

Ancak Cunta lideri Yuannides'in ne yapacağı belli değildi. ABD'yi asıl korkutan da buydu. O sebeple Sisko, hep Atina'da kaldı. Çünkü Ankara'da ne yaptığı bilen, sözüne güvenilen bir hükümet vardı ve hükümet de saat 17.00'de ateş keseceğini ilan etmişti.

Bu arada dünya ajanslarında yayınlanan bir haberde, Atina ve Lefkoşe Rum hükümetlerinin devrilmesinin an meselesi olduğu haberleri yayınlanmaya başlamıştı.

22 Temmuz'u 23 Temmuz'a bağlayan gece Atina kaynıyordu. Genelkurmay'da Yuannides ve taraftarları bir yanda, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları diğer yanda ayrı ayrı toplantılar yapıyorlar, birbirlerini saf dışı etmek için yollar arıyorlardı. Ordu ikiye bölünmüştü, kimin ne yapacağı belli değildi.

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 247, 248, 251.

Yabancıların Tavrı


Gerçekten de tüm dünya, Türk müdahalesini meşru görüyor, Yunanistan'ı eleştiriyordu. Fransız Le Monde gazetesi, büyük devletleri iki yüzlü bir siyaset izlemekle suçluyor ve şunları yazıyordu:

"Makarios devrildiği sırada ortak bir tutum tatbik edilseydi, Türkiye'nin müdahalesine lüzum kalmayacaktı. Yunanistan yeni bir başarısızlığa uğramak istemiyorsa Türkiye ile uzlaşma yolları aramalıdır."

Fransız Combat gazetesi de şunları yazıyordu:

"Atina'daki Albaylar tarafından çiğnenen anlaşma ve statükoya göre, Türk müdahalesi tamamen haklıdır. Ecevit, İngiltere'nin sorumluluklarını yerine getirmemesi üzerine Kıbrıslı Türkleri ya Yunan faşistlerine, kendi kaderlerine terk edecek, ya da tek başına müdahale edecekti.

NATO'ya gelince, Türkler Kıbrıs'taki soydaşlarımızın can güvenliği söz konusu, NATO'nun cehennemin dibine kadar yolu var, dediler. Kuşkusuz profesyonel katil Sampson, Türk paraşütçülerinin gökten ineceğini düşünmemişti. Bir askeri ve polis rejiminin ilk defa silahlı bir muhalefet karşısında gerilemek zorunda kaldığı görülmektedir. Batı demokrasileri bundan ders alabilirler."

Alman Radyosu ise İngiliz BBC Radyosu Türkler lehinde bir dil kullanıyor ve Türkiye'nin Kıbrıs müdahalesinin kaçınılmaz olduğunu ifade ediyorlardı. Hür Avrupa Radyosu "Cuntanın silahı geri tepti, oyun bozuldu" derken, Yugoslav, Macar ve Çek Radyoları "Cuntanın Kıbrıs'a uzanan kanlı eli kesildi" şeklinde yayın yapıyorlardı.

Libya Lideri Muammer Kaddafi de, harekatın 2. günü Türkiye'nin Libya Maslahatgüzarı'na şunları söylemişti:

"Olayları yakından takip ediyorum. Bu durumda büyük devletler hemen yedek parçayı falan keserler. Hangarlarım açıktır, neye ihtiyacınız varsa alabilirsiniz. Bizde olmayan bir şeyi de gerekli görürseniz, söyleyin derhal biz sizin için alalım."

Derhal bir hastane yollayan Pakistan, gönüllü göndermeye de hazır olduğunu bildirmişti.

İran ise, bir hastaneden başka Şah Rıza Pehlevi'nin emriyle vagon dolusu malzeme sevk etmeye başlamıştı.

Hemen hemen tüm dünya, Türk müdahalesine ılımlı bakıyor ve yapılanlar karşısında Türkiye'nin sabrının taştığında birleşiyordu.

Ecevit'in dediği gibi, Yunanistan Türkiye'nin garantör bir devlet olarak müdahalesinin haklılığını hiçbir zaman kabul etmemişti ama, olaydan beş yıl sonra 1979'da Yunan Yargıtayı'nın verdiği bir kararda bu onlar tarafından da kabullenilecekti. Yargıtay'ın Yunan Cuntası subaylarının mahkemesi ile ilgili 21 Mart 1979 gün ve 2658/79 sayılı kararı şöyleydi:

"Zürih ve Londra Antlaşmasına göre, Kıbrıs'a yapılan Türk askeri müdahalesi yasaldır. Türkiye, yükümlülüklerini yerine getirme hakkı olan garantör devletlerden biridir. Esas mücrimler darbeyi hazırlayan ve icra eden ve bu suretle de mu müdahalenin koşullarını hazırlayan Yunan subaylarıdır."

KAYNAK:
Artuç, İbrahim-; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, s. 248-250.

Kaynak: Bu Bilgiler Kıbrıs Web Sitesinden alınmıştır. (www.kibris.gen.tr)








20.07.2012