Çalışmalar » Denemeler

SOĞUK GÜNLERDE (19)

18 Şubat 2019 Pazartesi

Uzun zamandır süren tedavim yüzünden sosyal hayatımda neredeyse ortadan kalkmıştı. Ağzımın yan tarafındaki açıklık yüzünden yediklerim ve içtiklerim bazen dışarı fırlıyor özellikle sıvı tüketimi esnasında garip sesler çıkartıyordum. İnsanların çok dikkatini çekeceğini düşündüğümden bu güne kadar hiç dışarıda yemek yemiyordum. İşlerinde bile evden yiyeceğimi getiriyor ve mutfakta kendi başıma yiyordum. Kimseyi hem görüntü hem de ses ile rahatsız etmek istemiyordum.

Halbuki hastalığım pek de kendimi kötü hissetmemi gerektirmiyordu. Ancak ben toplum içi kurallara dikkat eden birisi olarak bunun rahatsızlık vereceğini insanların dikkatlerini bana çevirecekleri ve hatta “yazık adama” demelerini istemiyordum. İnsanların dikkatleri benim yazarlığım ve yazdıklarım üzerine olmalıydı. Ben kelimelerimi kalemime aktarırken içinde yaşadığım zamanları da aktardığımı okuyucuların da hissetmesini istemişimdir.

Pazartesi günlerinin malum yoğunluğu arasında saat öğleden sonraya gelmişti. Ben de tedavi olmak için Medicalpark Bahçelievler Hastanesinin yoluna koyulmuştum.  Bu hafta bölgemizde fuar olması yüzünden CNR Fuar Merkezinden çıkan insanlar metro beklerken kalabalık oluşturmuşlardı. Atatürk Havalimanından gelen metro oradan aldığı yolcular ve bir de bizleri alında içi hınca hınç dolmuştu. Bu şekilde Yenibosna istasyonuna geldik ve orada bekleyen yolcuları alacak yer kalmadığı için vatman duyuru anonsunda “Sayın yolcular arkamızdaki metro boş lütfen onu bekleyiniz” diyerek yolcuların daha fazla birbirlerini iterek zaten kalabalık olan metro içine binmemeleri konusunda uyarıyordu. Ancak bu anonsa uyan da vardı. Uymayan da. İnsanlar kalabalık olduğunu gördüklerinde hareket etmeden istasyonda bekliyorlardı. Ancak içlerinden bazıları illaki binmek uğruna şanslarını zorlamaya devam ediyordu. Vatman kapı kapanma sinyali veriyor. Kapıları kapatmaya çalışıyordu. Ancak kapılar binmeye direne yolculara çarptığı için kapanmıyordu. Artık biz içerideki yolcular binmek için inatlaşan yolcuları sesli olarak “Dolu nereye binmeye çalışıyorsun? Geri durunda kapı kapansın. Diğer yeraltı treni boş boş ona binersin rahat rahat” dediğimizde anlamışlardı ki geri durup kapıların ardından kapanması kolaylaşmıştı. Metro hareket ederek bir sonraki istasyona doğru raylar üzerinde ilerlemeye devam ediyordu. İçeride olan bazı hanımlar “tövbe estağfurullah inatla binecekler” diye birbirleri ile konuşuyorlardı. Halbuki dolu olduğunu bile bile binmeye çalışmak hem metronun hareket etmesini engel oluyor hem de arkadan gelecek diğer metronun da istasyona gelmesine mani oluyorlardı. Bu da birkaç dakikalık gecikmelere neden oluyordu. Biraz daha anlayışlı olmak gerekiyor toplum içinde.  Neyse ki Bahçelievler istasyonuna geldiğimde yeni yapılan yürüyen merdivenlere ilk binen yolculardan oldum. Daha önce tek bant olan merdiven hem dik hem de çok basamaklı idi. Bir arıza olunca herkes yürüyerek onlarca basamak çıkmak zorunda kalıyordu. Bu hastalar ve yaşlı insanlar için büyük eziyet oluyordu. Hemen yanına yeni yapılan yürüyen merdiven bunu ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. İşte bu merdiven bugün hizmet vermeye başlamıştı ve bunun ilk hareket ettiğinde kullanan kişilerden biri oldum. 

Hastaneye geldiğimde içerisi çok sıcaktı. Bunaltıcı bir hava vardı. Sanki hastane içindeki klimalar çalışmıyordu. Neyse ki tedavi olacağım B2 katına indim ve kaydımı yaptırıp pulumu aldım. Bu hafta güzel bir hafta olacaktı içimden öyle hissediyordum. Hem de bugün uzun zamandır sosyal hayatımın durgun olması son buluyordu. Çünkü Cuma günü Fizyoterapistim Doğukan ile sohbet etmek için bu akşam için çıkışta kahve içme randevumuz vardı.

Hani liseli öğrenciler vardı okul çıkışı toplanıp bir şeyler içmek için anlaşırlardı ya onun gibi olmuştu. Çünkü Doğukan gün geçtikçe iş yükü artan birisi idi. Tedavi merkezinde görevli terapistler bir bir ayrılıyorlardı. Her ayrılan terapistin iş yükü biraz biraz Fizyoterapist  Doğukan'ın üzerine kalıyordu. Bugün çok yorgun ve dikkatini toplama da zorluk çekiyordu. Kafası çok dolu idi. Belli ki bir şeyler oluyordu. 

Bugün tedaviyi biraz daha çok egzersizle yapıyorduk.  Bir kağıdı dudaklarım arasına yerleştiriyor ve bunu tutmamı istiyordu. Dudaklarımı sıkarak onu tutmam gerekti. Ama bazen dişlerim yardım ediyordu. Bu fark eden Doğukan “Dişler yok” diyerek beni uyardı. Peçeteyi katlayarak felç olan taraftaki dudaklarım arasına sıkıştırıyor bunu sıkmamı istiyordu. Fakat bu tarafta hala direnç gösteremiyordum. Öbür taraf çok iyiydi ama sağ taraf hala sorunlu idi. Bunu görünce daha çok yolum var iyileşmek için dedim kendi kendime. Hatta daha sonra Doğukan'a da söyledim bunu. “O da düzelecek hepsi” diyerek bana moral veriyordu.

Kalem elektrot ile yüzüme masaj yaparken şiddeti bugün fazla idi. Ama acıya dayanıklı olduğum için buna bir müddet daha dayanabileceğimi biliyordum. Cihazın yüzümde yaptığı her darbede çenem sallanıyor ve dişlerim birbirine vuruyordu. İçimden “yeter artık” demek gelirken cihaz kendi kendine arıza yaptı. Doğukan “ Yok artık” dedi. Ben de gülme başlamıştı. Doğukan cihazı kurcalamaya başladı. Hatta bağlı olduğu prizden çıkartıp diğer prize taktı fakat yine elektrik gelmiyordu. O prizden de çıkartıp diğerine taktı. Onda da elektrik gelmiyordu cihaza.  Daha sonra yanımdan ayrılarak diğer tedavi yapılan yerdeki cihazları kontrol etmeye gitti. Birkaç dakika sonra geri geldi. Cihazın fişini eski prize takarak “Bütün cihazlarda aynı sorun olmuş sanırım sigortalar atmış” dedi. Ben ne olduğunu biliyordum. Ama söyleyemezdim..  Fakat espri olsun diye “Kedidir kedi” dedim. İkimizde güldük. Fizyoterapistim ile iyi anlaşmıştık. Hem tedavi oluyor hem sosyal konular hem de kendimizden konuşuyorduk. Ama daha çok Doğukan anlatıyor ben dinliyordum. Neden mi? Çünkü dudaklarım ve yüzüme bu sırada sürekli kalem elektrot ile elektrik vermeye devam ediyordu. Hem canım yanıyor hem de onun konuştuklarını takip ediyor ona arada bir kısa yanıtlar veriyordum. Mesela anlattığı konunun nerede geçtiğini merak ediyor isem; normal de “Orası neresi? Nasıl bir yer? “ diye soracak iken “ nerede? “ diyebiliyordum. Bir kelimeden sonra bir şey söyleyemiyordum. Çünkü devam edeceğim sırada kalem elektrot yüzümde geziniyor ve dudaklarımın kenarlarında oluyordu ve saniyesinde yüzümün başka bir yerinde de elektrik veriyordu. Bundan Doğukan'ın haberi yoktu o güzel güzel anlatıyordu. Ben de dinliyordum. Zaten akşam kahve içerken rahat rahat cevap verecek hatta yorumlar yapabilecektim. 

Ağzımın kenarındaki bu rahatsızlık uzunca bir süre devam edeceğini hissediyordum. Gülümseyemiyordum dudaklarım sola çekiyordu. Sağ tarafım sabit idi. Ama Doğukan pudra ile yaptığı yüz masajı sırasında bana “Gülümseyin” dediğinde parmağı ile sağ yanağımı canlandırmaya çalışıyor ve sanki gülümsüyormuşum hissi duymama sebep oluyordu.  Uzun sürecek bir tedavim esnasında arkamda bağlı olduğum Sosyal Güvenlik Kurumu vardı. Bu nedenle kendimi rahat hissediyordum. Nasılsa iyileşene kadar tedavim devam edecek ve iyileştirmeden göndermeyeceklerdi beni.  Bu konuda rahattım.  En önemlisi de buydu. Kendimi rahat ve huzurlu hissetmek…

Bu hastanede kendimi rahat ve huzurlu hissediyordum. Severek geliyor tedavimi oluyordum. Bugünlük tedaviyi bitiren Doğukan pudradan dolayı “Yüzünüzü yıkayın” diyerek beni lavaboya yöneltti. Ben de yüzümü yıkadım ve geri geldim. Daha sonra ağır ağır montumu giyindim ve Doğukan'ın da hazırlanmasını bekledim. Ancak o daha çalışmaya devam edecek gibiydi. Ben kapıya doğru ilerlerken yanında arkadaşları ile o da soyunma odasına gidiyordu. Ben de ona “Ben gidiyorum” dedim. “Tamam, iyi bakın kendinize” dedi bana. Kahve içeceğimizi unutmuştu. Ya da unutmamış arkadaşlarının arasında söylemek istemedi diye düşünerek hastaneden ayrıldım.

Durağa doğru yürürken otobüsümün geldiğini gördüm. Hemen koşarak ona yetiştim ve bindim. Hızla Şirinevlere doğru ilerlerken Doğukan a mesaj yazarak durumu hatırlatmak istedim. Tahmin ettiğim gibi aklından çıkmış. Zaten belli ediyordu kendisini çok yorgun ve kafası dağınıktı.  Kısmet değilmiş kahve içmek diyerek eve geldim.

(devam edecek…)

 

 


12.05.2019