Çalışmalar » Denemeler

SOGÜK GÜNLERDE (12)

Geçen bir iki gün içinde yayınlanmasını istediğim eserimin son cümlesini de tamamlamış ve bitirmiş oldum. Yayınevine iletmek üzere hazır hale getirdim. Birkaç tane fotokopi halinde baskı yaptırdım. Ayrıca eserin kısa bir özetini de çıkarttım. Pazartesi gününün sabahından kargo ile yayınevine göndermek için her şey tamamlanmış oldu.

Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik kriz ve ithal edilen kağıdın da dövizin hareketli olmasından dolayı;  kağıt fiyatları da her şeyin fiyatının arttığı gibi arttı. Hatta buna bağlı işçilik maliyetleri de yükseldi. Yayınevlerinin yayınlayacağı eserleri daha dikkatli ve satış grafiğini daha önceden garantilemiş yazarların eserlerine yer verdikleri bir gerçeği çıktı ortaya. Bir kısır döngü oluştu. Hangi yayınevi ile görüşsem hepsinin ortak yanıtı kağıdın Amerikan Dolarının artması yüzünden fiyatının arttığı yönünde oldu. Tabi ki bu benim eserimin yayınlanma sürecine de olumsuz yansıyacaktı. Fakat bu beni yıldırmamalıydı. Günümüzde popüler yazarlardan başkalarının eserleri yayınlanmıyor hatta Yılmaz Özdil isimli bir yazarın kaleme aldığı ve adına “1881” verdiği, 1881 adet basılan ve fiyatı 2.500 TL den satışı da tek bir yerden sunulan özel bir eser ile tüm dikkatler bu olaya çevrilmiş oldu.  Kısa bir süre içinde ‘1881 adet kitap 2.500 TL satıldı ve başlamasından dakikalar sonra tükendi’ haberi bir anda internet haber sitelerinde günün konusu olmuştu.  Bugüne kadar Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili bir çok kitap yayınlanmış olması ve bir çok yazarın da hala eserler yazması bir yana durup dururken böyle bir satışın başarı ile gerçekleştirilmesi ve bir kitaba 2.500 TL verilebilme durumu toplum içinde farklı söylemlere neden oldu. Kitabın içeriği hakkında yorum yapamam ancak bir kitap bu kadar maliyetli olabilir mi?  Türkiye’de satışlara bakıldığında kitapların satış oranları çok düşük. Okumayı seven bir toplum değiliz. Gazeteleri dahil pek okumuyoruz. Ancak bu kitapsever dostlarımızı sakın alındırmasın. Biz onlar için yazmaya devam edeceğiz. Sosyal Medya’da bu satış haberi altına yazılmış ancak şuan bulamadığım bir paylaşım dikkatimi çekmişti. “10 liralık kitapları bile almayan veya alıp okumayan ama 2.500 TL lik kitabı alarak prestij sağlamayı uman bir grup bunlar “ yazısı olmuştu. Hem televizyonlarda hem de sosyal medyada gerçekten uzunca bir süre konuşulacak bir konuydu. Hatta kitabın yazarı Yılmaz Özdil konu hakkında açıklamalar dahi yapmak zorunda kalmıştı. Ülkemizin yaşadığı ekonomik kriz hala devam edip paranın öneminin ne kadar arttığı günlerde 2.500 TL nin bir kitaba verilebilmesi de gerçekten düşündürücü bir durum.  Yorumları sizlere bırakıyorum…

21 Ocak 2019 Pazartesi

Bugün Pazartesi ve haftanın ilk günü olması ile işyerinde işlerde bayağı yoğun olarak başlamıştı. Saatler hızla ilerliyor bir anda öğlen oluyordu. Yemek molası geldiğinde evden getirdiğim kumanyamı mutfağımızda yemeye başladım. Hala insanların arasında yemek yemek istemiyordum. Çünkü ağzımın sağ tarafında açıklık oluyordu ve ağzımın içinde ne varsa bazen tutamıyordum. Üzerime döküyordum. Bir tane geniş peçeteyi önlük gibi gömleğimi yiyeceklerin kirletmemesi için kullanıyordum. Bir süre böyle devam edecektim. Umudum Fizik tedavi idi. Bununla bir an evvel düzelmeyi hayal ediyor ve bu insanlardan kendimi tecrit etmekten de kurtulmayı düşünüyordum.

Akşam üstü saat 16.30 gibi işyerimden çıkıp metro ile Bahçelievler durağına geldim. Ardından Medicalpark Hastanesine girdim. Bugün hastane tabir caiz ise Pazar yeri gibi idi. Giriş katı bu kadar mı dolu olur? Diye kendi kendimle konuşmadan edemedim. Herkes asansör bekliyordu. Gelen asansörler yukarı katlara gidiyordu. Binebilen biniyordu. Ama zaten asansörler dolu geldiğinden insanlar üst katlara gitmekte zorlanıyorlardı. Tam 15 dakika sonra nihayet bana sıra geldi ve aşağı katlara giden bir asansöre binmeyi başardım.

B2 ye inerek kayıt işlemlerimi gerçekleştirmek üzere bankoya geldim. Sıra bana gelince “Hakan bey ile görüşmüştüm. Bugün 17.00 de yüz felci için tedavi olmaya geldim. Selma Hanım ilgilenecekmiş.” Dedim.  Bilgisayar ekranına bir süre bakarak benim ismimi arayan yetkili daha sonra benden TC kimlik numaramı istedi. Ben bu yaşıma kadar bu numarayı hafızamda tutmadım. Bilmiyorum neden tutmadım. Yolculara TC kimlik numaralarını sorduğumda hemen yanıt alıyordum. Hemen hemen herkes ezbere biliyordu TC kimlik numarasını ama ben bir türlü ezberleyemedim. Cüzdanımdan çıkarttığım kimliğimi uzattım yetkiliye. Güler yüzlü bir hanımdı benim ile ilgilenen. “SSK’lısınız değil mi?” diye sordu. Ben de “evet” diye yanıtladım. Daha sonra avucumun içinin görüntüsünü almak için banko üzerinde duran siyah renkli içi çukur ve çukurda mercek olan plastikten yapılmış oval bir cihaz üzerine avucumun içini yerleştirmemi istedi. Banka POS aletlerine benzeyen bir alet üzerine kimlik numaramı tuşladı. Bende istenilen şekilde elimi yerleştirdim. Cihaz avuç içimin görüntüsünü çekiyordu. “Tamam, kaldırabilirsiniz elinizi” diyen yetkilinin sesi ile elimi kaldırdım. Daha sonra katkı payımı ödedim. Zarfların üzerine adres yazılıp yapıştırılan etiketlerden bir tane verdi. Etiket üzerinde büyük harflerle ismim yazıyordu. Gerisini gözlerim bulanık gördüğünden okumakta güçlük çektiğim için okuyamamıştım. İstikametim Fizik Tedavi bölümün olduğu yere doğru yöneldim.

Sağ tarafta hem inişli çıkışlı merdivenler bulunuyordu.  Hemen karşısında ise üzerine engeller bulunan yürüme alanı vardı.  Her iki platformunda çevresi hastaların ayakta durmasını kolaylaştırmak için iki tarafı tutmak için demirler ile sağlamlaştırılmıştı.  Serin ve boş olan bölüme girdim. Orada oturan birkaç terapist vardı. Hepsi hastasını bekliyordu anlaşılan. “Semra Hanım?” diye sordum. Genç bir hanım ayağa kalktı. Minyon tipli uzun saçlı sevimli birine benziyordu. Rahat bir tavırla elimdeki etiketi almak için elini uzattı ve “Pulu alayım” dedi. Ben de kendisine verdim.  “Yüz felci tedavisi göreceksiniz. 10 seans” dedi ve kapının tam karşısında bulunan dört adet hasta yatağından en sağ tarafta olanını gösterdi ve “Buraya uzanın ben cihazı getireceğim” dedi. “Pul” denilen o etiketi de lacivert renkli önlüğünün cebine koydu. Üzerinde 1 yastık ve bembeyaz renkte çarşaf bulunan yatağa uzandım.  Beklemeye başladım. Merak ettiğim nasıl bir tedavi uygulanacağı idi. Ardından Hakan Bey yanıma geldi ve “Hoş geldiniz Mustafa bey” dedi. Ben yattığım yerden kalkarak kendisine “Hoş buldum” dedim.

  Hakan Bey,  Semra hanım ile kısa bir konuşma yaptı. Bunun üzerine ben tekrardan yüz üstü uzandım ve Semra Hanım diğer hastaların görmemesi için etrafımızı perde ile kapattı Semra Hanım. Önce yüz hareketleri ile yüzümde neler olup bittiğini görmek istedi. Doktor Aslı Özmaden Hanımın yapmamı istediği hareketlerin aynısını yeniden yaptırdı. Daha sonra yüzümdeki kasları hareketlendirmek için kalem elektrot ile elektrik vereceğini söyledi. Tedavinin nasıl olacağını merak ediyordum.

Yattığım yatağın hemen yanında yatağın yüksekliğinde üzerinde dijital ekran olan küçük yazar kasaya benzer yürüyen ayaklı bir alet vardı. Bu alete kablolarla bağlıydı kalem elektrot.  Semra Hanım “ Şimdi elektrik vereceğim siz rahatsız olduğunuzda söyleyin” dedi. Sağ kolumun üzerine bir elektrot yapıştırdı.  Ben de endişe ile bekliyor ve merak ediyordum; peki gelecek olan elektriğin şiddeti nasıl olacaktı?

Yavaş yavaş kolumda karınca gezmesine benzer bir gıdıklama ardından da hafif aralıklarla darbelı “tık tık” lamayı hissettikten sonra çenemin üzerinde bulunan kalem şeklindeki elektrotta aynı şiddette yüzüme elektrik çarptırıyordu. Semra Hanıma elektrik geldiğini söyledim. Yüzümde daha hızlı gezinmeye her bir “tık” tan sonra başka bölgeye doğru yöneliyordu kalem elektrot. En fazla alnıma geldiğinde hissettiğim şiddet çok canımı acıtıyordu. Daha sonra çene kısmında göz etrafına, burunun yan tarafları elektrik şiddetini fazlaca hissediyordum. Bazen “Canım yanıyor” dediğimde cihaz üzerinde akım şiddetini azaltıyordu. Bu şekilde yaklaşık yirmi dakika yüzümde elektrik eksik olmadı. Bazen kollarım da şiddetinden kıpırdıyor hatta ayaklarıma dahi vurduğu oluyordu. Sağ gözümün en sağındaki “Tavuk bacağı” şeklindeki çizgilerin bulunduğu yerde elektrik vermeye devam ettiğinde çenem gelen akıma direnemiyor tepki veriyordu. Dişlerim birbirine vuruyordu. ‘Dil’im dişlerimin arasında kalsa belki de ‘dil’ im kesilecekti. Neyse ki elektrik verme işlemi bittikten sonra bana yapmam gereken hareketleri önce kendisi yaparak gösterdi. “Dudaklarınızı aşağıda doğru itin” dedi. Gösterince nasıl yapılacağını anlamıştım. Ben de öyle yaptım. “içinizden 5 saniye kadar sayıp bırakın” dedikten sonra birkaç kez bu hareketi yaptım. Ardından “Dudaklar ileri itin” dedi. Aslında dudakları açmadan öpücük yollar gibi yapın dese bunu da anlardım. Bir an nasıl yapılacağını bilemedim. Gene Semra Hanımdan nasıl yapılacağını göstermesini istedim. Hani eskiden hemşire bir hanım vardı “sessiz olun” der gibi dudaklarını ileri itiyordu işte bu şekildi bu da.  İçimden bir den beşe kadar yavaş yavaş sayarak yaptım.  Son olarak kaşlarımı yukarı kaldırmamı istedi. Ben de yapıyordum. Sol taraftaki kaşımın kalktığını ama sağ taraftakinin kalkmadığını biliyordum. Çünkü onu hareket ettiremiyordum, böyle hissediyordum. Bu arada perdenin arkasında olacak sanırım bel hareketleri yüzünden canı acıyan bir hasta için için inliyordu. Kötü bir bağırış yapıyordu. Hani bıraksalar avazı çıktığı kadar bağıracaktı. Çok canı acıyordu adamcağızın. Onları duydukça içimden ‘beterin beteri var haline şükür et’ dedim.

 Tüm işlemleri yaptıktan sonra yüzüme elleri ile masaj yapmaya başladı. Kısa süreli bir masajdan sonra “Bugünlük bu kadar. Yarın aynı saatte devam ederiz” diyerek kalktı ben de kalkarak kıyafetimi giydim ve hastaneden çıktım. Durakta otobüsümün geldiğini gördüm. Koşar adımla ona yetiştim ve bindim. Üst katta oturduğumda aklıma takılan soru ‘fizik tedavinin bu kadar basit mi olduğu’ idi. Yani bu kadar mı? Diye kendi kendime sormadan edemedim. Aslında nasıl olması gerektiği hakkında da fikrim yoktu ama kafamda ‘Böyle bir tedavi ile ben herhalde bir senede iyileşebilirim.’  Olgusu oluşmaya başlamıştı. Hem de daha ilk dünden…

Neyse yarın yeni bir gün geliyordu.  Yeniden tedavi olacaktım. Çünkü şimdiden gidişatı hiç belli olmayacak bir durumdu.  

Belki de üç, beş gün sonra düzelme belirtileri ortaya çıkacaktı, kim bilir?

(devam edecek…)

 

 

 

 

 

 


3.04.2019