Çalışmalar » Denemeler

SOĞUK GÜNLERDE (3)

Gece boyunca rüzgârın sesi penceremin etrafında uğuldayıp durdu. Çalar saatimin 05.30 u gösterdiği anda çalması ile uyandığımda rüzgarın gücünü kaybetmediğini ve pencereyi gücü ile adeta dövmeye devam ettiğini duyabiliyordum. 

Kahvaltımı hazırladıktan sonra yağmurun şiddeti eşliğinde mutfağın penceresinde topladığı yağmur damlalarını izleyerek kahvaltımı yaptım ve giyinerek işe gitmek üzere yola koyuldum.

Hızlı adımlarla otobüs durağına giderken yolda yiyecek vermemi bekleyen köpekler beni görünce yanıma yaklaşarak benimle birlikte durağa kadar eşlik ettiler. Semtimizin köpekleri insanlara karşı o kadar sadıklar ki sizinle eşlik ediyorlar ve beklediğinizde onlarda duruyor ve gözleri ile sizi izlemeye devam ediyorlar.  Hani bir tane iki tane de değiller. Bir tanesi yanınıza geldi mi diğerleri de beni görüyorlar hepsi birden geliyorlar. Kokumu uzaklardan alıyorlar herhalde gecenin bu saatinde…

Bahçeşehirliler hayvanlara karşı da saygılıdırlar. Evlerinde kendilerinden biri gibi sahiplenilen ev hayvanları hayatlarından gayet memnun halde gündüzleri sahipleri ile birlikte yürüyüşlere çıkarlar. Sizi gördüklerinde yanınıza gelip bir koklamaları yeterlidir. Hani bir ürünün barkodunu cihaza okuttuğunuzda ürün hakkındaki bilgiler ekrana geliyorsa, hayvanlarında müthiş gelişmiş burunları sayesinde etraflarında olup bitenden haberdar oluyorlardır. Bir laf vardır “Hayvanlar koklaşarak insanlar konuşarak anlaşırlar diye”.

Bugün havanın daha da soğuyacağını bildiren haberleri internetten okuyarak işime yapmaya başlamıştım. Ofisimiz sıcak ortamı bakımından gayet iyiydi. Ancak bina dışında durumlar hiç te iyi görünmüyordu. Akşam saatlerinde evime giderken dün olduğu gibi üşüdüğümü hissederek ulaştım. Eve ulaştığımda “Evden dışarı çıkmamak lazım bu ne hava böyle zemheri gibi” dedim.

Akşam saatlerinde meyve tabağından bir tane portakal alıp onu soymaya başladığımda burnumda bir kaşıntı hissettim. Ardından gelen bir hapşırma ile gözlerimden yaşlar düştüğünü hatırlıyorum. Ardından bir tane onun ardından bir tane daha hapşırma derken arka arkaya üç kez hapşırırken hastalanacağımı hissettim ve “ Galibe grip oluyorum” dedim kendi kendime.

Herkes kendi bünyesini tanıyordur. Ne zaman grip olabileceğini belirtilerinden anlıyordur. Bende arka arkaya gelen hapşırmalarımdan bunu hissettiğimi söyleyebilirim.  Elimdeki portakalı soydum ve yemeye başladım. İçimde garip bir üşüme vardı. Bu üşümeyi herhalde günün yorgunluğundan olacak uykum geliyor diye tahmin ettim. Aileme “İyi uykular. Allah rahatlık versin” diyerek yanlarından ayrılıp odama gelip yatağıma uzandım. İçimden aslında “İnşallah hastalanmam” diyordum. Burada da bir iki kez hapşırmadan sonra “Hayır olsun” diyerek uykuya daldım.

Ertesi sabah zorla uyandığımı hala iyi hatırlarım. Yatağım beni bırakmıyor ben de uyumaya devam etmek istiyordum. Yorganımı üzerimden attığımda üşümeye başlıyordum. Yeniden yorganımı üzerime aldığımda her şey normale dönüyordu. Evet, ateşim çıkıyordu. Cep telefonumdan müdürlerime geç geleceğim hakkında bilgi mesajı ilettim. Evde bulunan dereceye yataktan hızla çıkarak ulaştım. Birkaç saniye içinde ateşimin dijital ekranda 37,4 olduğunu öğrendim.  Bu ateş değildi. Kendi kendime “hadi üşengeçlik yok giyin ve işinin başına doğru” diyerek otobüse doğru yetişmek üzere durağa geldim. Sabahları trafiğin olduğu zamanlarda da herkes göz dinlendirmesi yaptığında ben de gözlerimi kapatarak dinlendiriyordum. Birkaç dakika geçtikten sonra burnumdan birkaç damla su aktığını hissettim. Hemen çanta içindeki mendilimi aldım. Yol boyu kendimi dinliyordum. Akşam defalarca hapşırma ve şimdi başlayan burun akıntısı galiba bir hastalığın aslında açık ve net belirtisi olabilirdi.

Ofise geldiğim an kendime ıhlamur çayı demlemiştim. Müdürlerim bu konuda çok hassaslar. Kendileri de bitki çaylarına karşı ilgi duyuyorlardı. Daima ofis içinde her şeyin doğalının daha sağlıklı olduğu görüşünde birleşiyorduk. Boğazlarımdaki şişlik ve yutkunurken hissettiğim yanma daha belirginleşiyordu.  Çayımı içeriden akşam ki gibi hafif üşümeler hissediyordum. Tekrardan durup dururken meydana gelen hapşırma ile burnumun birden akması ile birlikte kendimi lavaboda bulmuştum. Gözlerim yaşlanmış yüzümün rengi gitmişti. “Ne oluyor bana böyle?” diye soruyordum kendi kendime. Masamda arka arkaya gelen hapşırmalar müdürlerimin de dikkatini çekmiş ki “geçmiş olsun” demişlerdi bana.

Belli ki grip oluyordum. Daha da ilerlemeden eczaneye giderek grip için olan ilaçlardan aldım. İlaçlarımı kullanmaya başladım. Poşetler içinde toz olan ve sıcak su içine atılıp karıştırılan ilaçtan içtim. Bunun yan etkilerini okuyordum ilaç kutusunun içinde bulunan prospektüsünde yorgunluk, uyku hali yapabileceğini yazıyordu. İlacın etkilerini daha birkaç dakika sonrasında yaşamaya başlamıştım. Oturduğum yerde üşüyordum. Bu git gide artıyordu. Vitamini de takviye ilaç olarak alıyordum. Bu şekilde akşam saatlerini yaptım. Eve gelince güzel bir çorba ile karnımı doyurduktan sonra saati gelen ilaçlarımı yeniden aldım. İnsanın doktorunun kendisinin olması çok güzel bir şey kendimi tahminimce iki ya da üç güne toparlayacağımı ve grip illetinden kurtulacağımı düşünüyordum.

Geçen hafta Çarşamba günü başlayan grip yaklaşık 5 gün de bedenimden ayrıldı. Virüsleri aldığım ilaçlar ve dikkatli beslenme ile kovmuştum. Hastalığım süresince de izne ve doktor için viziteye de çıkmadım. İşyerinde yıl sonu hesapları telaşı olduğundan benim de uzak kalmamam gerektiğini düşündüğümden işimin başında hastalığımda mücadele etmiştim. Griptir geçer diyenlere her zaman farklı bir bakış açısı ile yaklaştım. Grip evde oturan için ayrı işyerinde müşterileri ile irtibatta olanlar için ayrı, sürekli beden yoğun yeni emek iş gücü ile çalışan için de apayrı bir önemdedir. Yani herkes kendisine göre bu hastalığı atlatır. Bir satış elemanını düşünün telefonda müşterileri ile konuşup ürünü hakkında bilgi vererek müşteriye satma hayali ve gayreti ile bir kez hapşırdığında belki müşteri geçmiş olsun diyebilir. Ancak belli aralıklarla hapşırdığını duyduğunda aynı müşteri satış personelinin durumunu da göz önüne alarak “Ben daha sonra ararım size geçmiş olsun. Şifalar dilerim” diyerek telefonu kapatabilir de. Meslek hayatımda böyle üzücü bir durum benim başıma gelmedi ama gelen arkadaşlarım olmadı da değil. 

Teknoloji biz insanların hayatını kolaylaştırmak amaçlı olsa da nüfusun bu kadar artması yakın gelecekte iş alanlarında insanların yaptıkları birçok işi artık teknoloji sayesinde saniyesinde bilgisayarlar hatta robotlar yapabilecek hale gelecek. Peki, o zaman biz insanlar ne yapacağız?  Nerede çalışıp para kazanacak ve geçimimizi sağlayarak hayatımızı devam ettireceğiz. Bir ev kurmaz yani evlenmek için insanlar çok büyük masraflara giriyorlar.  Aile kurmak kutsal ancak bunu devam ettirmek için de maddi ve manevi emek ve çabalar gerekiyor.  Her şeyleri robotlar yaparlarsa biz insanların geleceği ne olacak?  Geçen gün internette okuduğum yazıda Dubai’de gerçekleşen fuarda bir robot ile birlikte halay çeken Arapların videoları gözüme ilişti. Kendi kendime halay çeken robot ha?  Bir an aklıma Türk sinemasının duayeni rahmetli Sn. Kemal Sunal ile Türk sinemasının çınarlarından Sn. Fatma Girik hanımefendinin rol aldıkları “Japon İşi” adlı film geldi. Belki hepimiz izlemişizdir bu güzel filmi. İnsanın hayali ile şekillenmiş tüm isteklerini yerine getiren bir robot Fatma Girik’in benzeri bir robot idi. Hâlbuki Fatma Girik insan olarak Kemal Sunal ile dünyaları ayrı olan iki farklı insandı. İşte günümüzde de akıllı telefonlar insanların bu düşünceleri üzerinde bence olumsuz etkiler yaratıyorlar.  Yeni yetişme çağında olan gençler dünyayı cep telefonundaki videolar gibi sanarak yaşamlarını şekillendiriyorlar. Hâlbuki gerçekler hiçte öyle değildi. Kendileri “teknoloji” eli ile hazırlanan bir tuzak vardı ve biz büyükler bunu anlayamıyorduk. Çünkü bakıldığında hiçbir şey yanlış gitmiyordu.  Fakat bizim çocukluğumuzda arkadaşlarımız ile oynadığımız bazı oyunlar vardı “Saklambaç”, “Birdirbir” “Yakar Top” , “İs top”, ve “Körebe” oyunlarını bizler oynayarak büyüdük değil mi?  Peki bizim çocuklarımız neden bu oyunlar ile arkadaşları ile oynamıyorlar?  Neden hepsine bir cep telefonu verdik?  Bazılarınızın şuan “toprak arazimi kaldı büyükşehirlerde oynasınlar?” dediklerini duyar gibiyim. Yok, hiçte öyle değil. Bu saydığım oyunların hepsi iki apartman arasındaki boş bir alanda da rahatlıkla oynanabilen oyunlardır. Ama ilgi azaldı.. Peki Neden?  (devam edecek…)

 

 

 

 

 


2.03.2019