Çalışmalar » Denemeler

SOĞUK GÜNLERDE (1)

 SOĞUK GÜNLERDE… (1)

2018 senesi girdiği günden beri hem insanlar üzerinde hem de ülkeler arasında bazı sert etkilere sebep olduğunu hemen hepimiz deneyimlerimizle yaşadık. Kış mevsiminin tam etkilerini göstermediği, yaz aylarının bile çabucak geçtiği bir yıldı. Aslında 2018 in en ses getiren günleri hiç kuşkusuz ki yaz ortalarında yaşanılan dövizdeki şiddetli dalgalanma olmuştu. Birkaç gün içerisinde özellikle Amerikan Doları, Euro ve İngiliz Sterlinindeki yükseliş ve buna bağlı pahalılaşma vatandaşlarımızın alım gücünü kötü yönde etkiledi. 7 den 70 e Türkiye’de yaşayan insanlar bundan olumsuz etkilendiler. Pahalılık ve beraberinde getirdiği umutsuzluk yarınlara insanlarımızın bakışı ve güvenlerini de etkilemeye başladığı günlerde devletin aldığı önlemler sayesinde kötüye giden ivme yerini başka bir duruma çevirmeye başladığında insanlar ne olduğunu daha kolay anlamaya ve içinde bulundukları durumu daha somut halde yorumlamaya başlamışlardı.

Türkiye bulunduğu konum yüzünden çok önemli bir değere sahiptir. Yer altı ve yer üstü zenginlikleri sayesinde daima çıkar odaklarının hep gözünde olmuş ve buralarda söz sahibi olmaya çalışmışlardır. Daha detaylı bilgileri şuan bile sosyal medyadan ve internet üzerindeki haber portallarından ulaşmak ta mümkün. Ben burada o günleri sizlere yeniden anlatmak ve içinde bulunduğumuz umutsuz durumu yeniden yaşatmak niyetinde değilim.

Sonbaharın bitmesi ve kış aylarının kendisini göstermeye başladığı günler,  dünyamızın geçirdiği iklim değişikliği yüzünden artık Aralık ayının sonralı, Ocak ayı başlarındaki günler kış koşullarının kısa yaşandığı zamanlar oldu. Hâlbuki çok eskilerde Ağustos ayına bile “yarısı yaz yarısı kış” gibi adlandırılırdı. Eylül ayı ve Ekim aylarında hissedilir şekilde serinleme yaşanır, Kasım aylarının ortalarından sonra kar yağabilme olasılıkları konuşulurdu. Aralık ve Mart ayları arasında soğuk günler, kar ve buzlanma normal olarak beklenirdi. Şimdi bunu yazmadan duramayacağım. Rahmetli anneannem de “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” diye bizi uyarırdı Mart ayı geldi mi bahar geldi dediğimizde ona…  

İstanbul büyük bir metropol. İçinde barındırdığı milyonlarca insan ve arabaların bulunduğu koca bir şehir. Sabahın erken saatlerinde insanlar okul ve işlerine gitmek üzere evlerinden çıkarlar ve gün sonlarında evlerine dönerlerken bir de trafik çilesi ile karşılaşırlar. Pestili çıkmış halde evlerinde geldiklerinde ertesi güne yeniden zinde kalkmak için dinlenmeye çalışırlar. Evler aslında bir nevi otel gibi olur metropollerde yaşayanlara. Günlerinin büyük bölümünü işyerlerinde geçiren insanlar burada ne demek istediğimi anlamışlardır.  Yıllar süren altyapı çalışmaları ve hala devam eden raylı sistemlerin bu koca şehirde yaşayan biz İstanbulluları trafik çilesinden kurtaracağını biliyoruz.

İşte 2018 senesinde de Aralık ayının sonralarına kadar ılık süren bir havanın etkisinden bir anda hatta birkaç gün içinde çok soğuk hava ile karşılaştığımız günlerde yaşanan bir hikâyemi sizinle paylaşacağım. Tekrar “Sağlıktan önemlisi yok” diyerek yazıma başlıyorum.  Keyifle okumanızı umuyorum.

Saat sabah 05.30 yaklaşık 15 senedir işe gitmek üzere yatağımdan kalkmam gereken saatimin çaldığı andır.  Elimi ve yüzümü yıkadıktan sonra mutfağa geçiyor ve çayımı demlemek için sıcak su ısıtıcısının düğmesine basıyorum ve bir iki dilim ekmeği de kızartma makinesinin bölmesine koyduktan sonra bir gece evvel hazırladığım kahvaltı tabağımı buzdolabından çıkararak masa üzerine bırakıyorum. Bu arada gözüm pencereden görülen manzaraya takılıyor. Karanlık sabah saatlerinde benim gibi kaç kişi uyanmış diye diğer evlerin ışık yanan pencerelerine bakıyorum.  Su ısıtıcısının suyun ısındığını belirten sesini duyduktan sonra ekmek kızartma makinesine çayım demlenene kadar sürecek süre içinde ekmeklerimi kızarması komutunu veriyorum. Tabi bunu da bir düğmeye basarak hallediyorum.  Tüm bunlar için geçirdiğim zaman yaklaşık 15 dakikayı buluyor. Yaklaşık 20 dakika süren kahvaltımı yaptıktan sonra da tekrar nasıl bulduysam mutfağı öyle bırakıyorum. Ardından traş oluyorum. Ve giyinerek Bakırköy’e hareket eden otobüsümü kaçırmamak için karanlık havada hızlı adımlarla durağa doğru yürüyorum.  Durağa geldiğimde neredeyse altı senedir aynı insanlarla aynı saatteki otobüse binerek işyerime doğru ilerliyorum. TEM otoyolu girişinde trafik bizi karşılıyor. Çünkü şehirden uzakta oturan benim gibi işi şehir içinde olanlar erkenden yollara dökülüyorlar. Çünkü ne yaparsak yapalım biz İstanbullular trafiği hesaba katmadan asla yola çıkamıyoruz.  

Ekspres sefer ile yaklaşık elli dakika süren yolun ardından Şirinevler’e ulaştığımızda ben otobüsten iniyor ve Metroya binerek Atatürk Havalimanı yönüne doğru giden hatta biniyorum. Metro çağdaş şehir hayatı için bulunmaz bir nimet hatta çok gerekli olan bir ulaşım aracıdır.  İçindeki klimalar sayesinde yazları serin, kışları da sıcak bir hava bizi karşılıyor. Rahat ve güvenle seyahat buna deniyor.

Metrodan inip işyerime gitmek için yaklaşık 10 dakika yürümek gerekiyor. Binamız ile metro durağı arasında maalesef bir bağlantı yok ve Atatürk Havalimanının yanında bulunması yüzünden de genişçe bir alan da güneş, rüzgar, kar ve yağmurun etkisi ile karşı karşıya kalıyoruz. Sadece ben değil bu bölgede çalışan tüm insanlar bunu yaşıyorlar. Hatta Fuar için gelen ziyaretçiler bile.  

Erken saatlerde işyerine gelip hazırlıklarımı yapıp bitirdikten sonra güne zinde devam etmek için kendime süt ile inceltilmiş filtre kahve hazırlıyor ve keyifle yudumluyorum. Ardından saat 09.00 u gösterdiğinde müşterilere yanıt vermek üzere masama oturuyor ve bilgisayarımda bana gelen elektronik postalarımı yanıtlamaya başlıyorum. Gün içinde binamız içinden çıkmadığımız ve müşterilerimizin hizmetinde olduğumuz için yoğun bir iş temposu içerisinde bulunuyoruz. Sigara da kullanmadığımdan dışarı çıkıp havanın durumu hakkında da fikir sahibi olamıyordum.  

Akşam saatlerinde de aynı şekilde evime geri dönmek üzere yola çıkıyor ve trafikte geçirdiğim saatlerden sonra evime ulaşıyor ve dinlenmeye çekiliyordum.  Bunu senelerce hemen her gün tekrarlayarak yaşayan bir kişiyim.  Kiminiz belki monoton hayat diye düşünebilir ancak metropolde yaşayan birçok İstanbullunun aynı şekilde yaşadığını tahmin ediyorum. Belki siz de aynı saatlerde yatağınızdan kalkıyor ve işyerinize gidiyor olabilirsiniz...

Aralık ayları işletmeler için senenin kapanış ve bitiş aylarıdır. Bu nedenle 12 ay neler yapıldı ise bu ay hepsinin bir muhasebesi açık olarak görülür. Geriye dönük hesaplar tek tek incelenir. İçinde bulunduğumuz durum değerlendirmesi görülür ve işletme yetkilileri önümüzdeki senenin nasıl geçeceği hakkında bütçe değerlendirmesi yaparlar. Aralık ayları bunun için bitmek bilmeyen fatura makbuz koşturmaları arasında gelip geçer. Ta ki yılbaşının yaklaştığını birbirinden güzel alışveriş merkezlerinde süslenmiş ağaçlar ve süs dekorasyonlarını gördükten sonra; ışıl ışıl ve rengârenk aydınlatılan binalar, ağaçlar, süslenmiş balkonlar yeni yılın yaklaştığını adeta gözler önüne sererler.

Küçüklüğümden beri yılbaşını karlar altında geçirmeyi istemişimdir. Bembeyaz karlar varken tertemiz soğuk hava altında saatlerin gece 00.00 ı gösterdiğinde; takvimin değiştiğini duyuran o havai fişeklerin sesleri ve gökyüzünde oluşturduğu renkli patlama anlarında meydana getirdikleri yayılmayı ve o anları izlemeyi çok sevmişimdir.

(devam edecek…)

 

 

 

 


24.02.2019